Yazar:

Birkaç yıl öncesine kadar “İngiliz sistemine göre İngilizce’nin en kolay ve en iyi öğrenildiği yer” olduğu dışında fazla bir bilgiye sahip olmadığım bir ada… Oysa ki, gittikten sonra hakkında belki de hiç söylenmemiş pek çok şey vardı gördüğüm, duyduğum, tattığım, hissettiğim… Dönüş günü, neredeyse “Dönmeyelim, burada kalalım” dedirtecek kadar… Orası Malta’ydı… Sicilya’nın güneyinde, Akdeniz’in ortasında…

Göz değme… Günümüzde pek çok kişinin inanmadığı, ancak “bazı kişilerin isteyerek ya da istemeyerek baktıkları ya da dokundukları canlılara zarar verebilecekleri” şeklindeki çok yaygın eski bir halk inanışı… Nazar… Çok eskiden beri insanları huzursuz eden bir duygu… Yüzyıllar boyunca pek çok kültür ve dine göre göz figürü, üzerinde taşıyanları ya da yanında bulunduranları kötülüklere karşı…

İzmir – Aydın otoyolunun Söke ayrımından çıkıp, Büyük Menderes’in alüvyonlarıyla doldurduğu eski körfez Latmos, pamuklar diyarı Söke Ovası’nı boydan boya kat edip, Beşparmak Dağları’nın yamacındaki Bafa Gölü’nün kıyısından, önce Pınarcık, sonra Çamiçi köylerinden geçtikten sonra Heraklea tabelasını görerek devam edersiniz yolunuza… Hedefiniz Milas üzerinden Bodrum’a ulaşmaktır çoğunlukla… Selimiye Köyü’nü de geçtikten sonra eğer aceleniz varsa…

Efsaneye göre, İzmir’e gelen Büyük İskender, Pagos (Kadifekale) dağının eteklerinde Nemesis kutsal alanında avlanırken, bir ara ulu bir çınarın altında uykuya dalar, rüyasında gördüğü iki Nemesis, İskender’den yeni İzmir kentini uyuduğu yerde kurmasını isterler. Uykusundan uyanan İskender, Claros’taki Apollon Kehanet Merkezine giderek, kahine gördüğü rüyayı anlatır ve fikrini sorar. Kahin rüyayı, “Kutsal Meles Çayı kenarındaki…

“O zamana kadar, köyde cinayet işlendiği duyulmuş şey değildi. Sadece bir kere, o da bir dilberin güzel gözleri için, tanıklar huzurunda iki delikanlı mertçe vuruşmuşlardı” diyerek devam ediyor… “Hani, köylüyü iliğine kadar sömüren büyük toprak ağaları vardır ya, bizim orada yerleri yoktu onların. Kendi arazisinin efendisiydi her köylü” derken iki halkın, aynı toprak parçası üzerinde…

Amyzon’un izinde iken ilk durağımız Aydın’ın Koçarlı ilçesine bağlı Halilbeyli Köyü idi… Köyün girişindeki, Menderes Ovası’nın eşsiz manzarasına hakim kahvede sohbet eden iki adam “Buyurun birlikte bir çay içelim” diye seslenince, davetlerini memnuniyetle kabul edip, yanlarına gidiyoruz. Köy, bir yörük köyü. Halil Bey isimli bir yörük bu bölgeye yerleşince, ardından gelenler şifa dağıtıcısı olan Halil…

Musa ile Ali kardeşler kendilerine yeni bir yerleşim yeri ararken, İzmir – Aydın yolu üzerinde, Ortaklar ile Germencik arasında, ekilebilecek verimli toprakları olan bir yer bularak bir köy kurmuşlar. Daha sonra gelenler, kardeşlerin adından esinlenerek, buraya “Musaali” adını vermişler. Bir süre sonra köye Rum aileler de yerleşmeye başlayınca adı “Mursalli” olarak değiştirilmiş. Rumlar’ın yerleşmesi köyün…

Önceleri Helvacı denilirmiş oralara… Sonra Cumalı, daha sonra ise Burgaz… Bir dönem Burgaz dendiğine göre içinde kale ya da kemer gibi yapılar olsa gerek diye düşünüyorum… Ancak gezerken kalıntılarını göremiyorum. Belki de daha gün yüzüne çıkarılmamıştır diye düşünüyorum. Şimdilerde ise buranın adı Gökçealan… Bu şirin Ege köyünde bir akşamüstü, köy kahvesinde çay içerken yaptığımız sohbetin…

Güller, şövalyeler, tanrılar, ceylanlar, kelebekler adası… Rodos… Tarih boyunca pek çok isim ile anılmış… Efsaneye göre, diğer on iki tanrıyı da yanına alarak Olympos Dağı’na yerleşen Zeus, Güneş Tanrısı Helios’un kendisine kırıldığını öğrenince, gönlünü almak için, denizin altındaki bir kara parçasını çıkarıp ona armağan etmiş. Helios, ceylanların, güllerin ve kelebeklerin olduğu bu adayı öylesine sevmiş,…

“Çok uzun yıllar önce, köyün birinde, bir adamın güzelliği dillere destan, uzun sarı saçlı bir kızı varmış. Adı da bu yüzden Sarıkız imiş. Yöredeki köylerdeki pek çok genç bu kıza aşıkmış. İsteyeni çok olmuş. Ancak hiç birini kabul etmemiş. Karşılık alamayan kötü niyetli kişiler, Sarıkız hakkında çirkin söylentiler yaymışlar. Zavallı Sarıkız ve babası insan içine…

Efsaneye göre, Naga isimli ejder bir kral tarafından yönetilen, sularla kaplı bir ülke varmış. Kralın güzelliği dillere destan bir de kızı. Kaudinya isimli asil bir Hindu, bir gün teknesiyle dolaşırken, prensesi görmüş ve aşık olmuş. Hemen evlenme teklif etmiş. Prenses, evlenme teklifini kabul edince, kral da, ülkeyi kaplayan bütün suyu içerek, ortaya çıkan toprakları kızına…

Adı söylendiğinde akla gelen ilk kelime: Savaş… Yüzyılın en kanlı ve uzun savaşlarından birinin yaşandığı yer… Bizim “Vietnam Savaşı”, onlarınsa “Amerika Savaşı” dediği savaşta, ABD güçlerine karşı gösterdiği unutulmaz direniş ile dünyada sesini duyuran, büyüleyici doğal güzellikleri, rengarenk sokakları, zengin kültürü, tarihi ve yaşadıkları acılara rağmen hala yüzleri gülebilen zarif ve nazik insanları ile Vietnam……

Bir varmış bir yokmuş… Yüzyılın başlarında Amerika’da varlıklı bir ailede dünyaya gelen bir kız çocuğu varmış. Yaşamı oldukça refah içinde sürmesine rağmen, gönlünde yatan oyuncu olma isteği her şeyin önüne geçiyormuş. Ailesinin tüm karşı çıkmalarına karşın gizlice fotomodel olmuş. Son derece fotojenik bir yüze sahip olduğundan, kısa zamanda Hollywood’un dikkatini çekerek, film yıldızı olma yolunda…

Bir subay ailesinin uzun yıllar aynı şehirde kalma olasılığının çok düşük olmasına rağmen, babamın evlenmeden önce mecburi görevlerinin pek çoğunu tamamlamış olması nedeniyle, iki yıl annem ve ablam ile dil eğitimi için gittikleri Amerika dışında, İstanbul’a tayinimizin çıktığı haberiyle eve geldiği güne kadar ailemiz hiç şehir değiştirmemişti. O gün bir süreliğine İzmir’den ayrı kalacağımız haberi…

Ölümsüz olmak nedir sizce? Sonsuza dek yaşamak mı? Ayrıca bunu kaç kişi ister? Ancak adınızın bir şehir ile birlikte anılmasına ne dersiniz? Onun adı söylendiğinde sizin, sizinki söylendiğinde ise onun akla gelmesi kulağa ne hoş geliyor değil mi? Barcelona ve Gaudi… Bu iki isim o kadar özdeşleşmiş ki, Gaudi’siz bir Barcelona’yı düşünebilmek çok zor. Ünlü…