İzmir’in Kaybolan Kokusu

Aylık raporları değerlendirmek üzere odasına gittiğimde hınzırca bir gülümseme ile Selluka nedir bilir misin? diye sordu. Biliyorum dediğimde biraz daha gülümseyerek Söyle bakalım neymiş? dedi. Çok güzel kokan bir çiçektir diye yanıtladığımda gülümsemesi şaşkınlığa döndü. Alsancak ta bir kasabın adını söyleyeceğini sanıyordum derken haksız da sayılmazdı. Bu soruya İzmir de yaşayan pek çok kişi o yanıtı verirdi. Daha çok gençsin, sen nereden biliyorsun? Bu çiçek, çok uzun zamandır ortalarda yok. Aramadığım yer kalmadı derken de haklıydı. İzmire özgü bu çiçeği ailemden hep duyarım ama resimleri dışında hiç görmedim diye açıklamaya çalışırken o artık beni duymuyordu. Hafif bir iç geçirip konuşmaya başladığında gözlerindeki özlem dolu parıltıyı görebiliyordum.

Şu an oturduğumuz apartmanın yerinde, mor salkımlı sellukalar ile çeşitli meyve ağacı bulunan büyük bir bahçemiz ve ortasında çok güzel bir evimiz vardı. Ben o evde doğdum. Denize bakan kısmında tüm komşu evlerde olduğu gibi uzun tahta bir köprü ile karaya bağlanmış, üzerinde küçük bir soyunma kabini olan banyo bulunurdu. Mahalledeki arkadaşlarımla oradan denize girer, zaman zaman da balık tutardık. Hatta küçük bir kayıkhanemiz bile vardı.

Babam yanımızda olmadan kayığa binmemize asla izin vermezdi. Ama onun işyerinde olduğu saatlerde kısa bir gezinti yapabilmek için akşama yiyeceğim dayağı bile göze alırdım. Aslında dayak olasılığı hep vardı. Çünkü tatil günlerinde sabah kahvaltısının ardından dışarıdan gelen parolalı ıslık sesi ile kendimi sokağa atar, akşama doğru eve dönüş saatini genellikle geçirirdim. Bazen de Konaktan kalkan vapur, evimizin yakınındaki iskelede durduğunda kardeşimle kaçak olarak vapura atlar, evimizin önünden geçerken bahçedekilere el sallar, diğer iskelede inerek koşa koşa eve gelirdik. Annemin elinde terliği sallayışını hala dün gibi anımsarım.

Tüm bunların yanında annelerimizin düzenlediği günlere dahil olmak ise ayrı bir keyifti. Hemen hemen her gün bir başka evin bahçesinde toplanırlardı. Gün yapılan evin bahçesine akın eden çocuk kalabalığını gören ev sahibinin ikram telaşı henüz bitmediyse yüzünün az da olsa asıldığı gözümüzden kaçmazdı. Ama pek önemsemez, birbirimizi dürtükleyerek kıkırdardık. O telaş içinde bile mutlaka bize ayrı bir masa hazırlanırdı. Sütlü börek, sütlü kadayıf, arada bir de lokma hatırımda kalan ikramlardan bazıları. O zaman çay şimdiki gibi çok içilmez, limonata, karadut gibi meyve şerbetleri ikram edilirdi.

Yiyeceklerimizi yerken imbatın serinliğine karışan sellukaların şu an bile burnumda olan, limon çiçeği ile yasemin arası kokusunu içimize çeker, güzelim körfezi seyrederken az sonra oynayacağımız yeni oyunun planını yapardık. Gün batmaya başladığında anneler yavaş yavaş evlerine dağılarak akşam yemeği hazırlıklarına başlardı. Babalarımız geldiğinde aynı bahçede akşam yemeği yenirdi. Mehtaplı gecelerde ise bir başka güzel olurdu bahçelerimiz. Aylı geceler, yemek sonrası bazen ışıklar söndürülür, mehtabın körfezin sularına karışmış yansıması seyredilerek sohbetler edilir, bazen de gecenin sessizliğinde iki ağaç arasına kurulmuş hamaklarda sallanarak şarkılar söylenirdi. Bu sırada sellukalar da kokularını daha bir güzel yayarak hoş sohbetlere eşlik ederlerdi.”

Anlatırken sanki o günleri tekrar yaşıyordu. Ben de heyecan ve ilgi ile dinliyor, anlattıkları ile kendimi o günlerde yaşamış gibi hissediyordum.

Bir anda İşte böyle… O zamanlar her şey çok farklıydı. Şimdiyi biliyorsun. Bahçeleri güzel kokan o güzelim evlerin yerinde betondan apartmanlar ve egzoz kokuları var. Neyse hadi bakalım. Biraz da çalışalım diyerek sözü kesti.

Çalışmamız bittikten sonra üst kattaki odama doğru çıkarken çok sevdiğim patronuma bir sürpriz yapıp çiçeği bulmaya karar verdim. Şehrin merkezinde bulunan tarihi işyerimizin arkasında kimsenin tahmin edemeyeceği çok geniş bir bahçe vardı. Sellukayı oraya dikerek geçmişteki güzel günlerini yaşatmak istiyordum. Nasıl bulacağımı düşünmeye başladım. Bir ara bu çiçeği yeniden yaşatmak için tohumlar dağıtıldığını da duymuştum. Bana yol gösterebileceğini düşündüğüm bir arkadaşımı aradım ama ulaşamadım. En azından bir sorarım, belki yardımları olur diye düşünerek Hisarönündeki çiçekçilere gitmeye karar verdim. İlk sorduğum çiçekçide yoktu. Adam karşıdaki çiçekçiyi işaret ederek Bir de ona sor bakalım” dedi. Satıcı zaten konuşmaları duymuştu. Çok şanslısınız. Şu an elimde iki adet selluka fidesi var. Biri ısmarladı. Çok zor buldum ama almaya gelmedi” dediğinde gerçekten çok şanslı olduğumu düşündüm. İkisini de almak istedim. Ancak taşımam olanaksızdı.

İşyerine varır varmaz bahçıvanı bulup, bahçenin en güzel köşesine diktirttim. Sıra göstermeye gelmişti. İkinci kattaki odasına çıktım. Sevkiyatlarda bir aksaklık olduğunu, ambara gelmesi gerektiğini söyledim. Giderken bahçeden geçmemiz gerekecekti. Homurdana homurdana yanımda yürürken ben de için için gülüyordum. Binadan çıkar çıkmaz gözü köşedeki çiçeğe takıldı. Her yanını çok iyi bildiği bahçesindeki değişikliği hemen fark etmişti. Bahçıvana seslenirken birden bana döndü. Sen yaptın değil mi? derken bu defa gözleri mutlulukla parlıyordu. Kafamı salladım. Ne başka bir soru sordu ne de bir şey söyledi. Hislerini fazla belli etmeyen bu tonton insanın Sağol kızım derken yüzündeki ifade ne kadar mutlu olduğunu çok iyi anlatmıştı zaten…

Odama çıkar çıkmaz telefonum çaldı. Arkadaşımdan beklediğim telefondu. Arama nedenimi ve ondan sonra olanları anlattım. O da heyecanlandı. Telefonu kapatır kapatmaz da ikinci selluka fidesini almaya gitti. Hemen o da bahçesine dikti. Şimdi ise kardeş sellukalar İzmirin iki ayrı yerinden hoş kokularını yaymaya devam ediyorlar…