Köklerin ve Tomurcukların Bir Vakfı mı Var?

Hani bazen nereye gideceğinize karar vermeden, evden çıkarsınız ve yol boyunca “oraya mı gidelim, buraya mı?” derken bir de bakarsınız, o an olmanız gereken yerdesinizdir. Hatta o gün karşılaşmanız gereken kişi de tam siz bir fotoğraf çekerken nezaket göstererek, zarifçe durur ve bitirmenizi bekler. Bu nezaket karşısında tebessüm ile teşekkür edersiniz.

İşte sevgili Gülnur Vural ile aynı gün içinde kırk yıllık dostmuşuz gibi dolu dolu birkaç saat geçirmeden önceki ilk karşılaşmamız böyle oluyor. Ben ona teşekkür ediyorum. O bana nazikçe gülüyor ve bir iki adım attıktan sonra eşim ile karşılaşıyorlar. Coşkulu bir karşılaşma oluyor bu. Bir dönem işleri nedeniyle oluşan dostlukları, Gülnur’un çalıştığı işten ayrılması nedeniyle kesintiye uğramış. Tekrar karşılaştıklarına çok seviniyorlar. Hemen biz de tanışıyoruz ve “Nasılsın, ne yapıyorsun?” derken Gülnur “Ben bir vakıf kurdum” diyor… “Köklerin ve tomurcukların bir vakfı var artık” diye devam ediyor.

Merakla, “Kökler kim? Tomurcuklar kim?” diye sorunca, o da başlıyor anlatmaya, “Kökler, kültür, sanat ve edebiyatın her alanında çok değerli çalışmalar yapmış ve iz bırakmış (yazar, ressam, müzisyen, seramik, heykel, tiyatro, sinema sanatçıları gibi) kişiler… Tomurcuklar ise, kültüre, sanata ve edebiyata ilgisi, merakı ve yeteneği olan çocuklar… İşte bu vakıfta bunları buluşturacağız” diyor.

“Peki nasıl gerçekleştireceksiniz?” diye sorunca, bir nefes alıp, heyecanla anlatmaya başlıyor… Sözlerine “Bize göre ‘her çocuk sanatçıdır’ aslında” diyerek sürdürüyor:

Çocuklarımızın, sanatçı ve edebiyatçılarımız tarafından tespit edilip, ilgili oldukları alanlarda eğitimlerine başlayıp, zaman içinde kökler diye isimlendirdiğimiz kişilerin yerleri almalarını sağlayarak.

Bu kapsamda, şu an aramızda olan köklere sahip çıkarak, birikimlerini öncelikle tomurcuklar ile olmak üzere toplumun her kesimiyle buluşturarak.

Yaşayan sanatçıların ileri yaşlarında yalnız kalmamaları ve çalışmalarına devam edebilmeleri için destek vererek.

Hali hazırda sağlık sorunları nedeniyle desteğe ihtiyacı olan sanatçılara ulaşarak, çalışmalarını sürdürebilmelerine yardımcı olarak.

Yine kültür, sanat ve edebiyat alanında çocuklara, gençlere ve yetişkinlere yönelik eğitici, geliştirici yaratıcı çalışmalar yaparak.

Tarihimizde, geleneğimizde ve kültürümüzde olan unutulmaya yüz tutmuş değerleri ortaya çıkarıp tanınmalarını, yaşamalarını, yarına aktarılabilmelerini sağlayarak…

Amaçlarımızı gerçekleştirmek için ulusal ve uluslararası sempozyumlar düzenleyeceğiz.

Toplumun her kesiminden insanların yararlanabileceği bir kütüphane oluşturarak, imza günleri ve söyleşiler yapacağız.

Olanakları kısıtlı çocuklarla müziği buluşturacağız.

Sergi salonunda resim, heykel ve seramik çalışmaları yapacağız.

Benzer amaçlarla çalışan ulusal ve uluslararası sivil toplum, devlet kuruluşları, özel sektör örgütleriyle işbirlikleri gerçekleştireceğiz. ”

 

Anlattıklarına hayran olmamak elde değil. Hele bu ideal için hayatı boyunca yaptığı birikimini hiç düşünmeden harcıyorsa, bu davranışın karşısında şapka çıkarmak lazım. Hatta destek olmak, duyurmak, destek olunmasını sağlamak lazım…

Uzun yıllar uluslararası bir firmada üst düzey yöneticilik yaptıktan sonra işini gücünü bırakıp, bu derece faydalı bir işe imza atmış. Adı “İlkdördün Kültür ve Sanat Vakfı” olan vakfı kuruvermiş, ilk zorluklara tek başına göğüs gererek. Ama daha sonra yaptığı işin ciddiyetini fark eden pek çok duyarlı insan destek vermeye başlamış.

Vakıf, İzmir’in Urla ilçesine bağlı Barbaros Köy’ünde…

Köyün yeni/eski ilkokulu (Böyle diyorum, çünkü yanında bir de daha eski olan “Taş Mektep” var) taşımalı sisteme geçilmesi nedeniyle atıl kalınca, Gülnur orayı tekrar işe yarar hala getirebilmek için müracaatlara başlamış. Çok kolay olmamış elbette. Uzun zaman beklemiş. Yılmamış. Her gün kapılarını çalmış, durmuş. Önünden geçerken, karşıdan bakarken “Mavi Kuş” dermiş oraya. “Bir gün orada çok güzel çalışmalar yapacağım” diye geçirirmiş içinden. Hiç içine girmemiş, “Vakfının faaliyetlerini yürütmen için burayı sana verdik” demelerini beklemiş durmuş. . .

Haber gelince dünyalar onun olmuş. Havalara uçmuş. İçeri girdiğinde okulun iki dersliğinden birinin duvarında çizili resmi görünce gözlerine inanamamış. Duvarda bir orman resmi varmış ve ağaçların tomurcukları. İşte o zaman yaptığı işten bir kez daha emin olmuş ve kolları sıvamış, başlamış çalışmaya.

İlk işi okulun iki sınıfından birine ünlü Şair Süreyya Berfe’nin kütüphanesini taşımak olmuş. Esas amacı, vakfın temel amaçlarından biri olan, sanatçıların yaşamları boyunca biriktirdikleri kitaplardan oluşan, çok değerli kütüphanelerinin çocuklar ve herkes tarafından kullanılabilmesini sağlamakmış elbette. Önümüzdeki günlerde dört öğretim görevlisi tarafından düzenlenecek kütüphane herkesin kullanımına açık.

“İlkdördün ne demek?” diyorum merakla, “Ay’ın gökyüzünde, yeniay evresinden bir hafta sonra, yarım daire biçiminde göründüğü, yüzeyinin yarısının aydınlık olduğu evreye ‘İlk dördün’ denir” diye yanıtlıyor. “Peki vakfın adı ile bir ilişkisi var mı?” deyince de, “Vakfın adına karar vereceğimiz akşam başımızı göğe doğru çevirdiğimizde Ay bu haldeydi. Biz de vakfımızın adını bu şekilde koyduk” diyor tebessümle…

O kadar heyecanlı ki Gülnur, kitaplıkları kendi tasarlamış, pencere içlerini çiçeklerle bezemiş, bembeyaz boyalı okul binasının pencerelerini maviye boyamış, ahşap koltuklar, renkli süslemeler ile kitabın cennetini yaratmış adeta…

Gülnur konuşmasına, “İlkdördün Sanat Kampı’nda, engelli, kimsesiz, dezavantajlı çocuklar sanatın birçok dalında sürdürülebilir eğitim hakkına kavuşacaklar.  Köyümüz bu yıl 125 kimsesiz çocuğa ev sahipliği yapacak ve biz de onları gönüllü sanatçılar liderliğinde sanat ve edebiyat ile buluşturacağız” diye devam ediyor. “Hadi bir çay içelim” diye birlikte çıkıyoruz okuldan. Çıkarken “Köy Korkuluğu”, “İyilik Oyuğu”, “İlkdördün Korucusu” sıfatları olan Alkışlar… Ahab’ın sözleri dikkatimi çekiyor. Diyor ki;

“Benimle resim çektirebilirsiniz, ama tek bir şartla! İçeri girin ve Ahab’ın hangi amaç için koruculuk yaptığını sorun. Etten kemikten yaratılmadım. Bildiğiniz tahtadan yaptılar beni. Ama işe yarıyorum. ‘İyilik Oyuğu’ dediler bana. İyiliği yaymaya çalışıyorum…”

İzmir çevresindeki pek çok köyün tarımdan ve geleneksellikten uzaklaşmasına rağmen, tarımı ve pek çok geleneksel değeri sahiplenerek, konuya dikkat çekmek için de, “Oyuk Festivali” adında bir festival düzenleyen, doğallığını yitirmeden, eğitime ve gelişime verdiği önem ile çalışan, üreten, aydın bir Ege yerleşimi Barbaros Köyü’ne ne çok yakışmış “İlkdördün”…

Bravo Gülnur Vural…

Alkışlar…