Körfezin Dibinde Neler Oluyor?

Bir zamanlar İzmir’de ulaşımın vazgeçilmezlerinden olan troleybüsler ile tanışıklığımız doğduğum evin troleybüs deposunun yanındaki sokakta olması ile başlar. Birlikteliğimiz ile ilgili hatırlayabildiğim en eski görüntü ise hava subay lojmanlarındaki evimizin karşısındaki duraktan binerek Basmane’de oturan babaannemlere gidişimiz boyunca olandır…

O zaman için bana çok uzun gelen bu yolculuklar çok eğlenceli geçerdi. Her bir yolculuğun da hikayesi farklı idi. İkinci duraktan bindiğimiz için henüz boş olan koltuklardan arka kapıya yakın olan karşılıklı dörtlü koltuklara oturur, troleybüsün kalkmasını beklerdik. Herkes bindikten sonra biletçinin “Tamammm…” ya da “Devammm…” demesiyle araç hafifçe silkelenerek hareket ederken biz de kıkırdamaya başlardık. Çünkü henüz yerlerine oturmamış yolcuların bir öne bir arkaya sallanması bize çok komik gelirdi.

Biletçiler yolcuların çoğunu tanır, herkes ile sohbet edecek bir konu bulurlardı. Sıra bize gelince annemle babama gülümseyerek, “Bunlar şimdi böyle kıkırdıyorlar ama dönüşte üçü de kucağınızda uyuyor olacak” diyerek bilet tahtasından iki beyaz tam, iki sarı öğrenci, bir de kırmızı çocuk bileti keserek babama uzatır, parasını alınca da bel çantasına koyarak, iyi yolculuklar diler ve yanımızdan ayrılırdı.

Ben her zamanki gibi “Ben de sarı bilet istiyorummm…” diye yaygarayı basınca “Sana da okula başlayınca sarı bilet vereceğim” derken cebinden renkli şekerler çıkarıp “Seç bakalım bir tanesini”diyerek gönlümü alırdı. Bu durumda ben de çok uzatmaz, elindeki şekerlerden birini alarak, teşekkür ederdim.

Biletçi duraklara yaklaşırken durağın ismini söyleyince, inecek yolcular pencerelerin üst kısmındaki deriden yapılmış, çamaşır ipine benzeyen (sonraki yıllarda gerçekten çamaşır ipi) zil ipini çekerdi. İp çekilmediyse ve durakta kimse yoksa zaman kaybı olmaması için biletçi bu defa “Geççç”derdi. Bazen “Nasıl olsa birisi inecektir” diye düşünerek zile asılır, inen olmaz ise biletçinin yarı kızgın, yarı gülümseyen bakışları ile karşılaşınca biraz utansak da, arkasını döner dönmez gülmeye başlardık. Neşeli geçen yolculuğun sonuna geldiğimizde halamların kolonya dükkanının önünde iner, o saate kadar kapatmadılarsa uğramadan geçmezdik. Annemler halam ile sohbet ederken, tezgaha dizilmiş büyük kolonya şişelerinin yanından uzanan pompadan ellerimize altın damlası, beyaz zambak, beyaz geceler gibi kolonyalardan sıkmak ise başka bir eğlencemizdi.

Dükkandan ayrıldıktan sonra Çorakkapı camisinin yanından Altınpark’a yürür, çınarın yanından yukarı uzanan yokuşu çıkarken küçük bacaklarım biraz zorlansa da kapı önlerinde oturan komşular ile küçük sohbetler ederek babaannemlere ulaşmak işin en güzel yanı idi. Coşkulu bir karşılanma ve sonrasındaki akşam yemeğinin ardından radyo dinlenir, sohbetler edilir, yemişler yenirdi.

Dönüş zamanı yaklaştığında babaannemlerde kalmak için yaptığımız uyku numarasına kanmazlarsa, ben dönüş yolundaki yürüyüşe pek dayanamaz, yokuşu babamın kucağında inerdim. Bazen geldiğimiz troleybüse denk gelirsek, uykulu halimizi gören biletçinin “Ben size demiştim” diyen bakışları ile ilgili senaryoyu herhalde “kendim yarattım”diye düşünüyorum…

İlkokula başladığım yıl lojmanların karşısında, benzincinin yanındaki evimize taşındığımızda artık bana da sarı bilet alınıyordu ve ben artık ESHOT sözcüğündeki “T” harfinin anlamını biliyordum. Bu arada iki halam evlenmiş, Alsancak’ta oturuyorlardı. Elbette onlara gidiş dönüşlerimiz de troleybüs ile oluyordu. “Çifteliler” diye tabir ettiğimiz “Körüklüler”ise yalnızca bu hatta çalışıyordu. Dört kanatlı dört kapısından da binilebiliyordu. Lacivert deri koltukları diğerlerinden daha bakımlı ve rahattı. Tam ortadaki körüklü bölümde ayakta durmayı ya da çapraz yerleştirilmiş koltuklarda oturmayı çok severdim. Diğerlerine göre daha büyük olduklarından iki biletçi olurdu.

Troleybüslerde elektriğin kesilmesi durumunda şoförün “Ceryanlar kesildi, isteyen insin, isteyen beklesin” diyerek kapıları açması durumunda bazı yolcular iner, diğerleri ise şoför ile beklerdi. Kesinti uzun sürerse onlar da bir süre sonra aracı terk ederdi. “Boynuzların telden çıktığını” ise motordan gelen tiz bir sesten anlardık. Bu durumda biletçi araçtan inerek daha sonraları adının “arşe” olduğunu öğrendiğim boynuzları tele oturturdu. Depo durağının önünde başlayan yolculuğumuz bu defa Sevinç Pastanesi’nin önünde sonlanırdı.

İsmet dedemlere giderken bindiğimiz troleybüsler ise kırmızı renkli idi. Stadyum durağından başlayan yolculuğumuz Hatay Caddesi’nden devam ederek Bayramyeri’nde son bulurdu. Bu hatta çalışan troleybüslerin yokuş çıkma özellikleri nedeniyle farklı olduklarını ise sonraki yıllarda öğrendim.

Lise yıllarımda ise bu yolculuklar yoğun bir şekilde sürdü. Otobüslere göre yavaş olduklarından ve elektrik kesilme ya da boynuz çıkma olasılığı da dikkate alınırsa birinci derse yetişememe riski hep vardı. Bu yüzden evden biraz daha erken çıkardık. Depo durağından ilk ben biner, Güzelyalı, Faikbey ve Göztepe’deki arkadaşlarımı toplayarak okulumuza varırdık.

Bu yıllarda da “Kibar biletçi” dediğimiz biletçi amca anılarımda yer etmiş. Geriye doğru taranmış briyantinli saçları, Ayhan Işık modeli ince bıyığı ve deri ceketi ile sinema aktörlerini andırırdı. Bilet keserken takındığı nezaket de ona bu adı vermemize neden olmuştu. Ama biletçiler artık dolaşmıyor, arka kapının yanında kendileri için hazırlanmış bölümde oturuyorlardı. Bileti keserken “İnene kadar atmayın” diye uyarıda bulunmasının nedeni ise ara duraklardan binme ihtimali olan “Bilet kontrolörleri” idi.

Üniversitenin iki yılını Alsancak’ta, iki yılını ise Buca’da okudum. Her iki okula da ulaşımda troleybüs seçeneği vardı. Artık şoförlerin yanına bilet kutuları monte edilmiş, binişler ön kapıdan, inişler ise arka kapıdan yapılmaya başlanmıştı. Ama bu defa derse yada sınava yetişme kaygısı nedeniyle troleybüs yolculuğu bize çekici gelmiyordu. Bu en azından bir saat az uyumak demekti. Buca’ya giden 69 numaralı otobüsü kaçırmış da troleybüse kaldıysak, hele bir de sınav varsa yanmışız demekti. Montro’den kalkan 70 numaralı troleybüse binerken geç kalmamak için dua etmeye başlardık. Üstteki yatay borulara geçirilmiş kayışlara tutunarak yaptığımız yolculuk Eğitim Fakültesinde okuyan öğrencilerin inmesiyle Dokuz Çeşmeler’e kadar biraz daha rahat olurdu. Aslında Buca’ya troleybüs ile gitmenin iyi bir yanı da vardı. Eğer oturmuşsak ve zamanımız var ise sınav için son tekrarları yapabilirdik.

Bir gün de böbrek taşı sancısı çeken babamın taşı düşürmek için Alsancak’a kadar troleybüs ile gidip döndüğünü gülümseyerek anımsıyorum. Sallantıdan taş düşmüş müydü yoksa ağrısı psikolojik olarak mı geçmişti bilmiyorum ama benim anılarım arasında “İnsan bu sallantıda böbrek taşı düşürür” diye bir cümlenin yer almasına neden oldu…

“Şimdi onlar Körfez’in dibindeler… Balıkların yuvası oldular… Keşke bir tanesini saklayabilselerdi…”

diye bitirmişim 23 Temmuz 2010 yılında yazdığım “Anılarım Körfez’in dibinde şimdi” başlıklı yazımı…

Aradan neredeyse sekiz yıl geçmiş…

Geçenlerde bir gün yine aklıma düşüverince emektarlarımız… Anmak gerekti kendilerini… Az mı taşıdılar bizi babaannemize, dedemize, okulumuza…

Hemen yazıyı tekrar okudum. İçim buruldu, ağlamaklı oldum yine. Özlemişim çok…

Haklarında biraz daha araştırma yapıverdim hızlıca. Okudukça yüzüm güldü. Paylaşmak daha da keyif verecek diye düşünerek yazımı genişleterek revize etmeye karar verdim.

14 Mayıs 1954’de Pasaport açıklarına yanaşan Alman bandıralı “Walter” şilebinden inen “FIAT” marka dört troleybüs ile başlıyor İzmir’deki hikayeleri…

Temmuz 1954’de Türkiye’de ilk kez Konak-Güzelyalı hattında çalışmaya başlıyorlar. 11 metre boyunda, yaklaşık 100 kişi taşıyabilen, çevre dostu bu araçlar raylara bağımlı tramvaylardan daha hızlı olmaları nedeniyle yıldızları parlayıveriyor. Ağustos 1954’de bu kez Alman “Atlas” şilebi ile gelen 10 troleybüs daha eklenince, tramvayın İzmir’deki saltanatını kısa sürede sona erdiriyor.

1958 yılında 3 adet körüklü “FIAT Viberti” daha alınınca filo büyümeye başlıyor. Bu arada 1962-1971 yılları arasında ESHOT atölyelerinde “yokuş tipi” 21 adet troleybüs üretiliyor. 1984 yılında İstanbul’dan alınan 75 adet troleybüs daha eklenince, İzmir’deki troleybüs filosu giderek büyüyor. Ta ki; caddeler troleybüsler için dar gelmeye başlayana kadar.

1992 yılında bir gün ESHOT Genel Müdürü üzücü bir açıklama yapıyor.

“Troleybüsler seferden kaldırılıyor…”

Karar kesindi. Operasyon kademeli olarak gerçekleşecek ve otobüsler devreye girdikçe troleybüsler seferden kaldırılacaktı. Hem de iki ay gibi kısa bir sürede…

Öncelikle Mithatpaşa Caddesi ve Buca-Montrö hattında seferden çekilecek, daha sonra belirlenecek bir hatta sadece sembolik olarak çalışacak. Güzelyalı’daki deponun kapatılmasından sonra da İzmir’de troleybüs devri kapanmış olacaktı.

Bu habere çok üzüldük. Ailemizden birinden ayrılıyor gibiydik. Ama yeni gelen otobüsler de pek rahattı. Gün geldi unuttuk ama çoğunlukla özlemle andık…

Amaaaaa… “İzmir’imize 38 yıl boyunca hizmet eden troleybüsler körfezin muhtelif yerlerine atıldılar” diye üzülüp dururken, bir gün öğrendik ki; denizin dibinde de olsalar hala çok faydalı işler yapıyorlar…

Nasıl mı? Anlatayım…

Akademik deyim ile toleybüsler körfezin derinliklerinde meğer ?yapay resif’ olmuşlar.

“Yapay resif de ne?” dediğinizi duyar gibiyim. Onu da söyleyeyim.

“Demersal* balık türlerinin yuvalanmaları, üremeleri, beslenmeleri ve yaşamlarını sürdürebilmeleri için yeni yaşam alanları oluşturmak amacıyla deniz tabanına yerleştirilen özel olarak dizayn edilmiş nesneler”

Troleybüsler, denizin dibinde tamamen çürüyüp, yok olana kadar körfezde balıkçılarımızın yüzünü güldürmüş meğerse. Avlanma miktarı ve çeşitlilik açısından çok ciddi bir artış olmuş. Çünkü illegal avcılar troleybüslerin atıldığı bölgelerde yıllarca kaçak trol çekememişler.

E daha da ne yapsınlar. Hem yıllarca İzmir’in şehir içi ulaşımının en önemli unsuru ol. Görevin bitip denizin dibine gidince de hala çalışmaya devam et. Balık miktarının artmasına ortam hazırla.

Benim de “Anılarım körfezin dibinde olsa” da şimdi içim çok rahat. Sizin de rahat olsun, onlar hala bizim için çalışıyorlar…

(*) Dibe ait, dipte yaşayan.

Kaynaklar:

http://web.deu.edu.tr/berent/trolleybus/trolleybus1.html

http://www.rayhaber.com/2014/09/izmir-korfezine-troleybus-ornegi-cozum/

Fotoğraflar: 15 Mayıs 2007 tarihli youtube kaydı, İzmir Eshot Tarih ve Nostalji