Tek Kişilik Bir Ordu

“Her hikaye bir yolculuktur”, “her yolculuk da bir hikaye içerir” diye neredeyse her gün yollardayız ve gittiğimiz her yerde “hikayeler” çalınıyor kulağımıza… Uzun ya da kısa, pek çoğunu dinliyor veya tanık oluyoruz… Kimisini hemen yazıyoruz, kimisini ise not alıyoruz, günü geldiğinde yazmak için…

Ama bu defa öyle bir insan hikayesi var ki; hemen yazılmalı, herkes okumalı, hatta destek olunmalı. Çünkü, o kimseden destek istemeden ve almadan tek başına bir ordunun yapabileceği işleri yapıyor.

Türkiye Cumhuriyeti’nin çok değerli ve ilk başöğretmenlerinden Mehmet Cemal Özkaynak ya da Selçukluların bildiği adıyla “Cemal Hoca”nın iki oğlundan biri Şükrü Özkaynak

Kendisi bir yerel tarihçi… Onun anlattıklarını hiçbir tarih kitabında bulamazsınız. Yaşanmışlıkların, dokunmuşlukların, hissedilmişliklerin tarihini anlatıyor yaptıklarıyla…

Babası Safranbolulu…

Kurtuluş Savaşı’nda aktif olarak katkıda bulunmuş İbrahim Hilmi Efendi’nin oğlu Cemal Özkaynak, Osmanlı Devleti’nin son, Türkiye Cumhuriyeti’nin ise ilk dönemlerine denk gelen eğitiminin ardından öğretmen olmuş. İlk görev yeri Şanlıurfa’nın Siverek ilçesi. Namık Kemal’in eserlerinden ve kişiliğinden oldukça etkilenen Cemal Bey, yeni kurulmakta olan Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk öğretmenlerinden.

Siverek’ten sonra Bayındır ve Torbalı’da da bir dönem öğretmenlik yapan Cemal Özkaynak, 1927 yılında Selçuk’a başöğretmen olarak atanmış.

Şükrü Bey’in annesi Selanik göçmeni, Şirinceli Şükrü Akgün’ün kızı Muzaffer Hanım…

Annesi ile babasının evlenmeden önce birkaç ev arayla oturdukları mahalle, İzmir – Aydın demiryolunun Selçuk İstasyonu’nun arkasındaki Zafer Mahallesi’nde…

Muzaffer Hanım ile Cemal Bey’in ilk oğlu Haluk Özkaynak… İkinci oğlu ise Şükrü Özkaynak…

Henüz Harf Devrimi’nin yapılmadığı dönemde öğretmenliğe başlayan Cemal Hoca, 1 Kasım 1928’de Türk Alfabesi’nin kabulü ile hem Selçuk hem de ülke çapında Latin harfleri ile okuma ve yazmayı öğreten ilk öğretmenler arasında yerini almış.

Selçuk’ta dededen toruna onun öğrencisi olurken, Türkiye’nin yeniden inşa edildiği dönemde üç kuşağın eğitiminde başrol oynamış. Gerek kırk yıl boyunca emek verdiği öğretmenliğinde, gerekse emekliliğinde çevresinde son derece saygı ve sevgi duyulan bir insan olmuş.

Emekli olduktan sonra verdiği konferanslarla da çevresindekilere ışığını yaymaya devam etmiş. Kullandığı özgün Türkçe ile yaptığı sohbetleri dinleyenlerin son derece zevk aldığı Cemal Hoca 1994 yılında vefat edince, Selçuk adeta hem yetim hem de öksüz kalmış.

Eğitime ve insanlığa değeri ölçülemez katkıları olan bu değerli insanın ışığı sönmemeliymiş.

Oğlu Şükrü Özkaynak düşünmüş, taşınmış ve babasının adını ölümsüzleştirecek bir formül bulmuş. Selçuk’ta yaşadığı evi müze haline getirirse, hem babasının adını sonsuza dek yaşatacak, hem de evlerinin yıpranmasına engel olarak, nefes alınır yeni bir yer yaratacakmış.

Şükrü Bey, 1948 yılında Selçuk’ta doğmuş. Uzun yıllar “Atatürkçü Düşünce Derneği” Başkanlığı, “Selçuk Efes Spor Kulübü” ve “Selçuk Ticaret Odası”nda yöneticilik yapmış. Adeta Selçuk’un sembollerinden… Ticaret ve turizm alanında uzun yıllar etkin olan Şükrü Bey’i Selçuk’ta tanımayan yok.

Babasının adını yaşatma amacı ile Selçuk tarihinin geleceğe aktarılması amacı birleşince ortaya süper bir proje çıkmış. Öncelikle Selçuk’un ilklerinin fotoğraflarını toplamaya başlamış. İlk terzi, ilk marangoz, ilk fırıncı, ilk arabacı, ilk köfteci, ilk çorbacı, ilk eczacı, ilk avukat… Bu liste uzayıp gidiyor.

Fotoğrafları bu kişilerin yaşayan yakınlarından, fotoğrafçılardan, tapu ve nüfus müdürlüklerinden bulmuş. Ödünç aldığı fotoğrafları taratarak, orijinallerini sahiplerine iade etmiş. Çerçeveleterek, evin bir odasına düzgün bir şekilde asmış.

İlkler bitince sıra Selçuk’ta lakabı olanlara gelmiş. Bu defa onları toplamaya başlamış. Bitince, “E Selçuk’ta şu kişilerin adları çok geçiyor. Onların da fotoğrafını koysan ne iyi olur” demişler. Bu defa da Selçuk’un meşhurlarını toplamaya başlamış.

Sıra gelmiş Selçuk’ta yaşanan bayram, düğün, festival gibi önemli anların, günlerin fotoğraflarına. Bir de “Selçuk’ta adı sanı bilinir kişilerin kullandığı bazı eşyaları da koysam ne iyi olur” demiş. Selçuk’un ilk mandıralarından Girit göçmeni, bu günkü adıyla Kırıtaklar yani Kritikosların annesinin dikiş makinası, falancaların radyosu, filancaların daktilosu, radyosu, ütüsü derken ev “Yaşayan Müze”ye dönüşmüş. Zaten evdeki koltuk, sandalye, tabak, sürahi gibi eşyalar da anne ve babasının kullandığı eşyalarmış ve aynen onların kullandıkları yerde duruyorlarmış.

Fotoğrafları ve eşyaları sergilenen kişilerin çoğu günümüzde hayatta değil. Ancak yakınları müzeyi ziyarete geldiklerinde oldukça duygusal anlar yaşanıyormuş. Kimisi annesinin, babasının, dedesinin fotoğraflarını görünce gözyaşlarını tutamıyorlarmış.

Amacı yaşanmışlıkların unutulmamasını sağlamakmış Şükrü Bey’in… Bu işe 2001 yılında başlamış ve 2011 yılına gelindiğinde İzmir Büyük Şehir Belediyesi tarafından verilen “Tarihe Saygı Yerel Koruma Ödülleri” kapsamında “Tarihi Çevre ve Kültür Varlıklarını Koruma” dalında katkı ödülü kazanmış.

Burası benim rehabilitasyon merkezim” diyor Şükrü Bey, geçtiğimiz hafta eşi benzeri zor bulunur müze evi ziyaretimizde tadına doyulmaz sohbet esnasında. Evin bahçe kapısından girerek, rengarenk çiçeklerle bezenmiş, çini, minyatür, seramik ve heykellerle süslenmiş bahçesinde yürüyerek eve doğru ilerlerken adeta “Alice Harikalar Diyarında” masalının içinde hissediyorsunuz kendinizi. Verandada otururken, etrafınıza şöyle bir göz gezdirirseniz şu an aklınıza bile gelmeyecek, son derece ilginç objeler ile karşılaşıyorsunuz. “Burada gördüğünüz hiçbir çini tabak sağlam değildir. Ben bunları oradan buradan topladım. Mutlaka bir yerinde kırık vardır” diyor Şükrü bey gülerek…

Esas işi elektrikçilik ama restorasyon, mimari işler, çini ve mobilya tasarımcılığında da oldukça deneyimli. Selçuk’un “Kent Belleği Merkezi”nin kuruluşunda da önemli katkıları olan Şükrü Bey aynı zamanda yardımsever bir insan. Doğuda kitabı, defteri, kalemi, çantası, ayakkabısı olmayan çocuklar “okusun” diye pek çok kişiyi organize edip, onlara bu malzemelerin ulaşmasını sağlıyor. Ama kendi işini kimseden destek almadan, tamamiyle imkanlarını seferber ederek gerçekleştiriyor. Hatta bu müze evi gezerken hiçbir ücret ödemiyorsunuz. Aslında ne güzel olur ona destek versek… O da burayı geliştirerek, daha çok kişinin geçmişe dokunabilmesini sağlasa… Şükrü Bey gibi insanlar günümüzde o kadar az kaldı ki; sahip çıksak ne güzel olur…

Eğer bir gün sizin de yolunuz Selçuk’a düşerse siz de onu tanımadan, babasının ve Selçuk’un tarihinin unutulmaması için gösterdiği çabayı görmeden geçmeyin derim. Pişman olmazsınız.

Onu nasıl mı bulacaksınız? Selçuk tren istasyonunun önündeki su kemerlerinin önüne gelin, arkanızı Cafe Carpouza’ya verip, karşıya baktığınızda önüne her gün farklı bir Atatürk portresi konulmuş, pencerelerine Atatürk ile ilgili yazılar yazılmış bir binanın girişinde “Şükrü Özkaynak” yazıyor. Zaten kendisi de oralardadır. Yoksa da kime sorsanız onu tanır. Hatta kimseye sormadan sizin de tanımanız için birkaç ipucu vereyim.

Başında hasırdan yapılmış fötr şapkalı, at kuyruk yapılmış saçlı, pos bıyıklı, Atatürk’ün gözlerine benzeyen gözlü birini görürseniz işe o Şükrü Özkaynak’tır…