Bir masal ev: LİMANevİ

Geçenlerde “İzmir’in cennetisin sen Urla” yazımı yazalı tam on yıl olduğunu fark ettim. Yazımı okuyan Urlalı bir yakınım, “Urla’yı bu kadar da güzel yazma, özenip gelmesinler, çok kalabalıklaşmasın” demişti. Onun söylediklerinden mi etkilenmiştim bilmiyorum ama o gün bu gündür Urla’da büyük değişimler yaşanmasına rağmen o yazının üstüne bir cümle bile eklememiştim.

Dediğim gibi, yıllar geçtikçe büyüdü, gelişti, yeni misyonlar üstlendi. Örneğin son günlerde Urla için “gastronomi cenneti” deniliyor. Bu sebeplerle nüfusu da arttı elbette. Artan nüfusa hizmet verebilmek için kurumlar da hızla çalışıyor. Bazı hizmetler hâlâ yetersiz kalsa da bunlar Urla’yı sevmemize ve burada yaşama arzumuza engel teşkil etmiyor.

Esasında şu ana kadar yazdıklarım bu günkü yazımın konusu değil. Ben bugün sizlere daha ziyade Urla İskele’deki bir “masal ev”den söz etmek istiyorum. Ev diyorum çünkü bana göre orayı otel, kafe, restoran şeklinde tanımlamak büyük haksızlık olur. Ev sıcaklığında bir konuk evi demek en doğrusu. Adı da zaten “LİMANevİ”…

Bundan çok kısa bir süre öncesine kadar pek çoğumuzun belki de defalarca yakınından geçmesine rağmen dikkatini çekmemiş olduğunu düşündüğüm, yıllar içinde farklı amaçlarla kullanılmış, kayıkhanenin karşısındaki önemli bir tarihi ve hikâyesi olan üç adet yan yana sıralanmış ev var…

Aslında haklısınız, bu evlerin önüne yapılmış başka bir ev yarıya kadar cephesini kapatıp yoldan geçerken bir anda görülmesine engel oluyor olmasına da, buna rağmen artık bu günlerde dikkatimizi çekmeyi başarıyor…

Peki bu evlerin kayıkhanenin karşısında olması bir tesadüf mü sizce? Elbette değil. O zaman anlatayım:

Öncelikle bu evlerin sıra evler olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim. Sıra evler, birbirine tıpatıp benzer planda yani aynı boyutta ve biçimde, bitişik ortak duvarları olan, barınma amaçlı yapılmış bir ev dizini…

Bu evler dünyada birçok ülke için farklı anlamlar taşıyor. Genel olarak sıra evlerde sokağa bakan ve bahçeye bakan iki cephe bulunuyor. İlk olarak alt gelir grubu için yaşama, yemek, yatma ve temizlik gibi temel ihtiyaçlara cevap verecek düşük maliyetli evler olarak düşünülmüş. Bu nedenle evler mümkün olabildiğince küçük parseller üzerine inşa edilmiş. Yapım sebepleri ilk olarak ekonomik olsa da oturanlara güven duygusu verdiği de bir gerçek. Yan yana sıralanan duvarlar, güvenlik için de yararlı olmuş. Sonraları ise bu evler bulundukları şehrin önemli yerleşim alanlarında da tercih edilmişler.

Sıra evlerin ilk örneklerinin 12. Yüzyıl’da Akdeniz bölgesinde görülen “tüccar evleri” olduğu düşünülüyor. İngiltere’de ise ilk olarak 18. Yüzyıl’da görülmüş. Benim ise belki de ilk olarak bir İtalya yolculuğumda gittiğimiz Burano Adası’nda dikkatimi çekmişti. Ancak oradaki evler kırmızıdan sarıya, yeşilden maviye rengarenk boyanmıştı. Kıyıda duran teknelerin de aynı renklere boyanmış olmasının bir nedeni olmalıydı elbette…

Bu sayede başlarına denizde bir kaza gelirse tekneyi bulanlar kötü haberi vermek için hangi evin kapısını çalacağını bilirlermiş.

Bir başka hikâyede ise balıkçıların çok içki içtiği, gece evlerine dönerken evlerinin hangisi olduğunu bulmakta zorlandığı, bu nedenle evleri ile kayıklarını aynı renge boyadıklarından söz edilir.

Ülkemizde ise en bilinen sıra ev örneği ise İstanbul’da Beşiktaş ile Maçka arasındaki Akaretler Sıra Evleri’dir.

Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerde daha ziyade denizcilerin ve balıkçıların kaldığı optimum yaşam alanına sahip sıra evler ise ülkemizde İzmir’in Çeşme, Mordoğan, Foça ve Urla yerleşimlerinde görülüyor. Ancak günümüzde az sayıda kalmış olanlar şu an itibari ile dışarıdan bakıldığı zaman özgün kimliklerini yitirmiş durumda.

Gelelim Urla İskele’deki sıra evlerden “LİMANevİ”ne…

Onun da elbet hikâyesi var. Hayatta her şeyin bir hikâyesi olduğu gibi…

Urla İskele, şimdilerde mahalle dense de aslında eski bir Rum balıkçı köyü…

Aileleri ile birlikte bu köyde yaşayan balıkçılar avlanmak için denize açıldıklarında eş ve çocukları köyde yalnız kalıyorlar. Bu nedenle evlerini güvenlik açısından yan yana yapıyorlar ki “Eşleri ve çocukları onlar gelene kadar korkmasınlar, bu evler gibi birbirlerine sarılsınlar, dışarıdan gelecek tehlikelere karşı bir bütün olsunlar,” Yani eş ve çocuklarını birbirlerine emanet ederek, içleri rahat bir şekilde denize açılıyorlar.

Geride kalanlar balıkçıları bu evlerin pencerelerinden el sallayarak uğurladıkları gibi geldiklerini yine bu evlerin pencerelerinden görüyorlar. Evler bazen kalanları sevdiklerine kavuştururken, kimi zaman da ayırıyor. Yani ayrılıkların da kavuşmaların da şahidi oluyor.

“Limani” Rumca’da liman demek. Yani denizden gelenlerin ve denize gidecek olanların yaşadığı (misafir edildiği) yer… “Limanevi” ise denizden geleni bekleyenlerin yeri…

Mübadele sonrası burada Türk balıkçı aileleri de yaşamış. Ancak yıllar geçtikçe bakımsız kalmışlar, eskimişler. Hatta pek çoğu yıkılmış. Yerlerine başka binalar yapılmış. Ama birkaç tanesi zamana meydan okumuş inatla. “Birileri gelip bana nefes versin. Tekrar hayata döndürsün,” diye yıllarca mücadele vermiş, beklemiş durmuş. İyi de yapmış…

Gel zaman git zaman Sevgili İlkben ve Akif Sezer, Urla İskele’de bir ev alma fikriyle keşif yaparlarken bu evler ile karşılaşmışlar. O kadar kötü durumdaymış ki “Biz bunu toparlayamayız,” demişler önce. Ama ne olduysa olmuş, belki de evin taş duvarlarından yükselen, kimsenin duymadığı bir “Beni kurtarın,” çığlığı gelmiş kulaklarına…

Yüz otuz yıl öncesinden kalmış üç sıra evin yan yana olan ikisini almışlar. Ortasındaki duvarı da yıkmışlar. “Yok biz burada oturmayalım. Aslına sadık kalarak yenileyelim. Urla’ya gelenler, Urla’dan geçenler burada kalsın. Bu evlerde Urla’nın güzelim üzümleri ile yapılan şaraplar eşliğinde güzel sohbetler edilsin, müzikler dinlensin, şarkılar söylensin, kışsa şömine yansın, yaz ise kapılar karşılıklı açılsın ki İzmir’in meltemi sarsın her yeri, evler artık üzülmesin, içlerinde neşe ve mutluluk olsun,” demişler ve kolları sıvamışlar. Ama hiç de kolay olmamış. Yollarına çıkan zorlukları tek tek elimine etmişler etmesine de dile kolay beş yıl sürmüş. Her şeyi usulüne uygun ve aslına sadık kalarak yapmışlar.

Sezerler yelkenci ve denizci bir aile. Esas meslekleri hekimlik ve profesyonel yöneticilik. Emekli olduktan sonra Urla’da sakin, keyifli, denizle iç içe bir hayat sürelim derken kendilerini bu işin içinde bulmuşlar. Evlerin deniz sevdalısı bir çift tarafından alınıp bu hale getirilmiş olması ise bir tesadüf olmasa gerek diye düşünmeden edemiyorum. Sanki yıkılıp yok olmasınlar diye koruyucu olarak gönderilmişler.

Pek çok anlamda çok da iyi olmuş. Zira bu evler sahiplerinin sözünü ettiğimiz esas amaçlarının yanı sıra Urla İskele’nin konaklama kapasitesine de katkıda bulunan, değerine değer katan dört odalı şirin mi şirin bir otel…

Adını da özüne sadık kalarak “LİMANevİ” koymuşlar. Ev kelimesini küçük yazmalarının nedeni ise sade ve yeterli (ne eksik, ne de fazla) olanı ve sonunda çıkan “limani” kelimesini vurgulamakmış.

Kendilerinin deniz seyahatlerinden ve seyirlerinden anılarını yansıtan objeleri, eski gemilerden sökülmüş deniz ekipmanları, denizcilikle ilgili kitapları ile tam bir denizci evi haline getirmişler. Duvarlarını da yelken yarışlarında çekilen kendi fotoğrafları ile süslemişler.

Ben onların bu zorlu mücadelesi sonrası geldikleri noktaya çok büyük saygı duyuyorum. Var olan değerlerimize sahip çıkarak değerlerine değer katmak bu olsa gerek…

Sevgili Sezerler, elleriniz, yüreğiniz dert görmesin, rüzgârınız kolay, pruvanız neta olsun…(*)

(*) Pruva teknenin baş bölümü, neta düzenli, emniyetli. İkisi bir araya geldiğinde ise denizcilik geleneğinde “Yolun açık olsun” demektir. Bir denizci geleneğidir; sefere çıkan denizcilere herhangi bir engelle karşılaşmadan seferin devam etmesi dileğidir.