Yudum Yudum Köylerden Geçerek

Amyzon’un izinde iken ilk durağımız Aydın’ın Koçarlı ilçesine bağlı Halilbeyli Köyü idi… Köyün girişindeki, Menderes Ovası’nın eşsiz manzarasına hakim kahvede sohbet eden iki adam “Buyurun birlikte bir çay içelim” diye seslenince, davetlerini memnuniyetle kabul edip, yanlarına gidiyoruz.

Köy, bir yörük köyü. Halil Bey isimli bir yörük bu bölgeye yerleşince, ardından gelenler şifa dağıtıcısı olan Halil Bey’den kendilerine şifa vermesini istemişler. Köyü çok beğenince de devamlı kalmaya başlamışlar. Böylece nüfusu artmış. Ancak şu anda daha büyük yerleşim yerlerine çalışmaya gidenler nedeniyle köyde sadece 230 kişi yaşıyor. Pamuk ve zeytin buranın ana geçim kaynağı…

Köy meydanına doğru ilerlerken, penceresini açan bir kadın “Kimsiniz, niye geldiniz?” diye soruyor. “Gezmeye, görmeye geldik” deyince “Burada görecek ne var?” dercesine baksa da elimizdeki makinaları görünce, “Bizi de çeksenize” diyor. Kırmıyoruz. Çocuğunu da alıp geliyor. Pencerenin önünde fotoğraflarını çekiyoruz.

İkinci durağımız Koçarlı’nın Çulhalar Köyü. Burası tam bir vadi yerleşimi. Korunmak için yerleşim aşağıya doğru yapılmış. Çul yapan anlamında da “Çulhalar köyü” denmiş. Köyün camisine doğru inerken, kapısının önünde karşılaştığımız yaşlı teyze ille de içeri girmemiz için ısrar etse de fazla vaktimiz olmadığını söyleyerek ayrılmak istiyoruz. Yine de bir şeyler ikram etmek istiyor. Tasında getirdiği incirlerin iyilerini seçerek, “Hiç değilse bunları alın” diyor. Onu da kırmıyoruz. Teşekkür ederek, yürümeye devam ediyoruz.

Biraz ilerde kapısı açık evin bahçesinde kırmızı biberleri kurutmaya hazırlanan kadınlar, “Gelin bir çay için” diye ısrar ediyorlar. Onlara da teşekkür ederek, aşağıya doğru iniyoruz. Her evin kapısı açık. Kimi bulgur yapıyor, kimi tarhana. Hummalı bir kış hazırlığı var. Kıvrım kıvrım, daracık sokakların arasındaki kireç boyalı evlerin arasından inerek camiye ulaşıyoruz. Yukarıdan minaresini takip ederek indiğimiz, tadilat halindeki şirin köy camisinin önünde biraz soluklandıktan sonra tekrar yukarı çıkıp yolumuza devam ediyoruz.

Kendi kendine yeten köy ise üçüncü durağımız; “Çallı köyü”…

İnsanları mutlu, karınları tok, iş bulmak için büyük şehirlere göç yok… Köyün kaynakları herkese yetiyor ve herkesi doyuruyor.

Çam ağaçlarının arasında, birbirinden uzak inşa edilmiş evlerden oluşan köyün adı, Denizli’nin Çal İlçesinden gelen “Bayram” adında birinin buraya yerleşmesi ile “Çallı Bayram” olmuş. Sonradan Bayram adı kaldırılarak, “Çallı” olarak anılmaya başlanmış.

Köyün en bariz geleneklerinden biri, düğünlerde kesinlikle köye çalgılı orkestra sokulmaması. Düğünlerde genelde davul zurna eşliğinde köy halkı ve civar köylerden gelenler geleneksel danslarını yapıyorlar.

Aydın’a 44 kilometre, Koçarlı’ya 20 kilometre uzaklıkta olan köyde Yığıntaş Orman Deposu ve Mustafa Özarslan Piknik Sahası da bulunuyor.

750 metre rakımı ile yayla özelliği taşımakla birlikte, Koçarlı’nın en yüksek, Aydın’ın ise en güzel köyü olduğu söyleniyor.

Köyün ekonomisi çam fıstığı yetiştiriciliği ve büyük baş (kara sığır) hayvancılığa dayalı. Ayrıca köyün aşağı mahallelerinde zeytin yetiştiriciliği de yapılıyor.

Köyde, ilkokul yok ama “taşımalı eğitimden” faydalanılıyor.

Köy kahvesinde sohbet ettiğimiz gençler, “Bizim köyde pazara ancak alış veriş için gidilir. Kimse gidip pazarda malını satmaz. Burada herkesin keyfi yerindedir. Patlıcanını, biberini köy meydanına getiren köylü, komşusuna ürününü satar, diğer komşusundan domatesini alır, gider. Sabah köylüler tarlalarına giderken, ağılların da kapısını açarlar. Köyde çoban yoktur. Hayvanlar kendi başlarına otlamaya gider, buzağısı olan sığır, akşam mutlaka döner, ancak haftalarca dönmeyen de yok değil. Ama biz merak etmeyiz, çünkü eninde sonunda mutlaka geri döner” diyorlar…

Yolumuzun üzerinde sıkça karşılaştığımız yeşil ve kırmızı renkli cipleri soruyoruz.

“Buralarda bunlardan çok kullanılır. İngiliz “Willys” marka ciplerdir. Bu yollara ancak bunlar dayanıyor. 800 – 1.200 kilo zeytini bunlara rahatlıkla yükleyip, taşıma imkanımız var. 1948 – 1965 yılları arasında üretilen modeller kullanılıyor. Her türlü tamir işini de Koçarlı’da yaptırabiliyoruz” diye yanıtlıyorlar.

Çay paramızı ödeyerek, kahveden ayrılmak istediğimizde diğer köylerdeki gibi para ödetmiyorlar. Kendilerine teşekkür ederek buradan da ayrılıp, yolumuza devam ediyoruz.

Mersinbeleni Köyü… Tertemiz sokakları ile şipşirin bir dağ köyü daha yolumuzun üstünde. Koçarlı’ya bağlı olmasına rağmen Çine, Karpuzlu, Milas, Söke ilçelerine tepeden bakan on iki köyün merkezi konumunda ve ormanlık bölgede bulunan, gelişmiş,özel bir köy.

Ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalı. Ancak yaklaşık otuz yıldır tarlalarından çıkardıkları dumanlı kuvars kristallerini de satarak ek gelir elde ediyorlar.

Köydeki ilköğretim okulunda civardaki on iki köyden gelen öğrenciler “taşımalı sistem eğitimi” kapsamında öğretim görüyor.

Mersinbeleni Köyü’nden ayrılıp, Gaffarlar Köyü’nden geçerken, köyün tek kahvesinde sahibinin pazara gitmesi nedeniyle, ilk defa bir köy ziyaretinde çay içemeden, oturanlarla kısa bir sohbet edip, yolumuza devam ediyoruz. Çay ikram edemediklerine üzülen köylüler ayrılmadan, “Size hiç değilse su ikram edelim” diyerek gönlümüzü alıyorlar. Dar dağ yollarından ilerlerken, kaybolduğumuzu sandığımız bir anda “Amyzon” tabelası çıkıyor karşımıza. Arabayı park edip, bozuk yollardan ilerleyerek, kalıntıların bulunduğu bölüme geliyoruz.

Bölgede “Mazın Kalesi” olarak da bilinen Amyzon, Herakleia, Euromos ve Khalketor gibi üç büyük Karya kentinin merkezi olarak biliniyor. Amyzon’un ne zaman ve nasıl kurulduğu konusunda fazla bir bilgi yok. İlk çağ tarihçileri kentin sadece ismine değinmekle yetinmişler. Kentte, Artemis’e adanmış olması gereken ve bugün tamamen yıkılmış olan tapınağa ait kalıntılar, tiyatro, agora ve çeşme kalıntıları ile çok güzel taş işçiliği yapılmış surları bulunuyor. Ayrıca burada yapılan kazılar sırasında Helenistik ve Roma dönemine ait olduğu düşünülen çok sayıda sikke de bulunmuş. Amyzon kenti Roma döneminde önemli bir yerleşim yeri olmuş, On beşinci Yüzyıl’da Osmanlı egemenliğine giren bölgeye Koçarlı aşireti yerleştirilmiş.

Yine tarihçilere göre, “Alabanda” antik kentinin bir arka bahçesi (peripolionu) olan kentte adak sunularındaki yazıtlardan anlaşıldığına göre, tapınak teraslar üzerine inşa edilmiş.

Çevresine göre hakim bir konumda bulunan “Amyzon Artemis Tapınağı” kutsal alanda bulunan yazıtlardan anlaşıldığına göre, Tanrıça Artemis’e adanmış bir yapı olmasına rağmen yine yazıtlara göre, Tanrıça’nın yanında kardeşi Apollon’a da tapınılmış. Bu nedenle kimi araştırmacılar tarafından tapınak “Artemis-Apollon Kutsal Alanı” olarak anılıyor.

Kentte birkaç tanımlanamayan yapı dışında depo olarak kullanıldıkları düşünülen tonozlu büyük yeraltı odaları mevcut. Bazılarının sarnıç olarak da kullanılmış olabileceği düşünülüyor.

Hava kararmadan Amyzon’a ulaşabilmek için kahvesinde oturmadan geçtiğimiz Marsinbeleni Köyü’nde bir çay içmek için durduğumuzda, çayımızla birlikte bisküvi yediğimizi gören bir köylünün “Bisküvi ile olmaz, hadi bizim eve gidelim, Allah ne verdiyse yeriz” deyişi bizi oldukça duygulandırsa da hava kararmadan dönmemiz gerektiğinden, teşekkür ederek köyden ayrılıyoruz.

Ege’mizin insanları hala ne kadar sıcakkanlı, ne kadar verici, ne kadar misafirperver, ne kadar içten… Amyzon’u keşfetmek için çıktığımız bu yolculuk esnasında karşımıza çıkan bu köylerde bunu bir kez daha hatırlıyoruz…

Bir başka köyde, farklı yaşam tarzlarını daha iyi tanıyabilmek, anlayabilmek, yaşayabilmek umuduyla şimdilik hoşçakalın…