Keçi Kalesi’nden Belevi’ye Hikâyeler

Rivayete göre çok yüksek bir dağın zirvesinde bir kale varmış. Kale konumu itibariyle bir türlü fethedilemezmiş. Kaleyi ele geçirmeyi düşünen bir komutan yüzlerce keçiyi toplatarak, boynuzlarına fenerler bağlatmış ve hava kararınca askerleriyle birlikte kalenin bulunduğu tepeye tırmanmaya başlamış. Nöbetçiler büyük bir ordunun kendilerine doğru geldiğini düşünerek, kaleyi terk etmişler. Böylece kale hiç kan dökülmeden ele geçirilmiş. Bu olay sonrasında kalenin ismi “Keçi Kalesi” kalmış.

Kale, Belevi köyü yakınlarındaki Gallesion (Alaman) Dağı’nın zirvesinde…

Yaklaşık 300 metre yükseklikte ve çok geniş bir görüş açısı var. Bu sayede tarih boyunca her zaman stratejik bir yer olmuş. Helenistik dönemde yapıldığı düşünülüyor. Daha sonraları Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde de aktif olan kale, Menderes Ovası’nın tamamını görebilecek bir konumda olması nedeniyle bölgedeki ticaret yollarını kontrol etmesi yanında, dışarıdan gelebilecek saldırıların erken haber alınabilmesi açısından da çok önemli…

Bazı araştırmacılar bu kadar yüksekteki kalenin gözlerden uzak ve ulaşımının zor olması nedeniyle buranın, çevreden toplanan fakir ve kimsesiz çocukların din adamı olarak yetiştirildiği bir manastır için daha uygun olduğunu düşünüyorlar.

Kaleden bakıldığında uçsuz bucaksız Menderes Ovası üzerinde ise Belevi gölü…

Belevi, Halkapınar, Mehmetler ve Hasan Çavuşlar köylerinin sınırları içinde bulunan gölün büyük bölümü Belevi içinde kaldığından günümüzde Belevi Gölü olarak anılıyor.

Gölün balıkları son derece lezzetli. Zamanında Artemis’te kurulan sofraların vazgeçilmezi olmuşlar.

Anadolu’nun pek çok yerinde olduğu gibi Belevi’de de insan hikâyeleri çok… İşte bunlardan biri:

1800’lü yılların ikinci yarısında köyün bilgesi Sinan Dede, Keçi Kalesi’nin altında, o zamanki adıyla Kozpınar Kırığı olan mevkide kıldan yapılmış bir çadırda yaşarmış.

Çadırın bir bölümünü atölye olarak kullanan Sinan Dede çarık ve deri yelek ustalığıymış. Dede, haftanın bir veya iki günü eşeğine binerek, Görünmez Yaylası, Cibe, Pranga Boğazı ve Halka Çıkmazı yörelerini gezerek, bağ, bahçe ve hayvancılıkla uğraşan göçebe halkın ayak ve omuz ölçülerini alıp, evine dönermiş. Ölçü almaya giderken de, yanına çeşitli hediyeleri alır, yolda gördüğü çocuklara ve yaşlılara dağıtırmış. Bağ ve bahçe sahipleri zaman geçtikçe, Sinan Dede’nin yolunu gözler olmuşlar. Hayvanı hasta olan, çocuğu evlenemeyen, oğlu, kocası askerden dönmeyen, çocuğu olmayanların dertlerine derman olurmuş. Bu geliş ve gidişlerinde verdiği tavsiyeler ile köylülerle arasında kuvvetli bir bağ oluşmuş, böylece özlenen, beklenen, her konuda başvurulan bir bilge olmuş. Ancak bir gün gelmiş ki Sinan Dede görünmez olmuş. Köylüler çok uzun süre yolunu gözlemişler. Ama bekleyişleri boşuna imiş. Çünkü Dede’nin ömrü bitmiş. Cibe Boğazı’nda ulu bir ağacın dibinde kabrini bulmuşlar. Kabri pek çok kez tahrip edilmiş, ancak rüyasına girdiği kişiler tarafından onarılmış.

Pegasus Gölü olarak da bilinen Belevi Gölü, çok eski zamanlarda gölü denizden ayıran azmak ile birlikte yok olmuş. O dönemde köylülere ekip biçmeleri için tarla olarak verilmiş. Ancak daha sonra tekrar dolunca köylüler tarlasız kalmış.

Selçuk’a 14 kilometre uzaklıkta ve Helenistik döneme ait olan, halkın “Yatık Kale” dediği, Anadolu’nun ikinci büyük anıt mezarı Belevi Mozolesi…

Büyük İskender’in ölümünden sonra Efes kralı olan Lysimakhos tarafından kendisi için yaptırılmış olabileceği düşünülen mozole, dünyanın yedi harikasından biri Halikarnas Mozolesi’nden esinlenilerek, dev bir kayadan oyularak inşa edilmiş. Kral savaşta yenilip ölünce, iktidarı sona erdiği için anıt mezara gömülememiş olduğu ve yapının bir süre kullanılmadığı, daha sonra fark edilerek Lysimakhos’u yenen II. Antiochus için kullanıldığı da tahminler arasında…