Ay: Temmuz 2022

Kavala’nın Müştiyan Köyü’nden anne babası, beş kardeşi, büyükanne ve dedeleri ile ayrılmak zorunda kaldıklarında Elif henüz 10 yaşındaymış. Civar köylerin halkları ile bir sandık eşya ile arabadan indikleri yerden limana doğru yürürlerken, ayağı kaldırıma takılıp, düşünce, oyuncaklarını ancak sığdırabildiği için iple bağladığı küçücük bavulunun ipi kopuvermiş. Oyuncakları yere dağılınca, Elif ağlamaya başlamış. Gemiye bir an…

Rivayete göre çok yüksek bir dağın zirvesinde bir kale varmış. Kale konumu itibariyle bir türlü fethedilemezmiş. Kaleyi ele geçirmeyi düşünen bir komutan yüzlerce keçiyi toplatarak, boynuzlarına fenerler bağlatmış ve hava kararınca askerleriyle birlikte kalenin bulunduğu tepeye tırmanmaya başlamış. Nöbetçiler büyük bir ordunun kendilerine doğru geldiğini düşünerek, kaleyi terk etmişler. Böylece kale hiç kan dökülmeden ele…

Onu her düşündüğümde, adını her duyduğumda, içimde bir sıcaklık hissettiğim, onlarca kez gitmiş olsam da her defasında ilk kez gidiyormuşum gibi heyecanlandığım, her gidişimde yeni bir özelliğini keşfettiğim EFES… Bugüne kadar hakkında pek çok şey yazmış olsam da son gidişimde “Ne olur bir şeyler daha yaz” diye kulağıma fısıldadı sanki… Elbette onu kıramazdım… Hatta Efes…

“Olea prima omnium arborum est” Adı “ölmez ağacı”dır… Zira ölümsüzlüğün simgesidir… Yaşamın, umudun adıdır. Öleceğini zannettiğimiz anda bir filiz verir, işte o filiz yaşama direnir ve ayakta kalır. Mitolojide zeytin ağacı ile ilgili birbirinden değişik efsaneler söylenir; Antik Yunan’da baş tanrı Zeus insanlığa en değerli armağanı veren tanrı ya da tanrıçaya yeni kurulan şehrin hükümdarlığını…

Çocukluğum “ev gezmeleri”nin hayatlarımızın önemli eğlencelerinden biri olduğu dönemde geçti. Benim kuşağım ne demek istediğimi çok iyi anlamış olmalı… Annemle babam akşam yemek yerken aniden karar verip, hiç üşenmeden üç çocuğu giydirerek, bazı semtlere tek, bazılarına çift otobüsle, hatta indikten sonra bulundukları konuma göre uzunca bir mesafe yürüyerek ulaşılan eş, dost ve akrabalarımızın evlerine oturmaya…

Beni tanıyanlar bilir, yaptığım yolculuklarda insan hikâyeleri dinlemeyi çok severim. Zira bana göre hayatta herkesin anlatılacak, hatta yazılabilecek bir hikâyesi vardır. Bu anlamda yolculuklarımın olmazsa olmazıdır bu hikâyeleri dinlemek. Her yolculuğumdan hikâye torbam dolu dönerim evime. Bunların bazılarını hemen yazarım. Bazıları ise zamanı geldiğinde yazılmak üzere, bazen kısa bazen de uzun bir süre sıralarının gelmesini…

Geçenlerde “İzmir’in cennetisin sen Urla” yazımı yazalı tam on yıl olduğunu fark ettim. Yazımı okuyan Urlalı bir yakınım, “Urla’yı bu kadar da güzel yazma, özenip gelmesinler, çok kalabalıklaşmasın” demişti. Onun söylediklerinden mi etkilenmiştim bilmiyorum ama o gün bu gündür Urla’da büyük değişimler yaşanmasına rağmen o yazının üstüne bir cümle bile eklememiştim. Dediğim gibi, yıllar geçtikçe…