Bir Yudum Köy: Gökçealan

Önceleri Helvacı denilirmiş oralara… Sonra Cumalı, daha sonra ise Burgaz… Bir dönem Burgaz dendiğine göre içinde kale ya da kemer gibi yapılar olsa gerek diye düşünüyorum… Ancak gezerken kalıntılarını göremiyorum. Belki de daha gün yüzüne çıkarılmamıştır diye düşünüyorum.

Şimdilerde ise buranın adı Gökçealan…

Bu şirin Ege köyünde bir akşamüstü, köy kahvesinde çay içerken yaptığımız sohbetin tadı damağımızda kalıyor…

Köy meydanları çok önemlidir benim için. Hele meydandaki kahvehaneler…

Ülkede olan biten her olay meydandaki kahvelerde gün boyu konuşulur, yorumlanır, analiz edilir. Hatta eğer onların sesine iyice kulağınızı verirseniz hayatın gerçeğinin farkına varırsınız oralarda…

Biz de bu gerçeğin peşinden gittiğimiz günlerden bir gün, Selçuk’tan Çamlık yönüne doğru yola çıkıyoruz. Çamlık levhasından içeri doğru girip, devam ediyoruz. Beklentimizden çok daha düzgün yolda ilerlerken sağlı sollu bağlar, zeytin ve çam ağaçları eşlik ediyor bize…

Yaklaşık altı kilometre sonra köye varıyoruz.

Bizi köye getiren yol gibi düzgün parke taşı yollar, temiz boyalı evler, zeytinyağı tenekelerine dikilmiş rengarenk çiçeklerin süslediği ara sokaklar…

Köyün meydanını soruyoruz yoldakilere. Amacımız meydandaki bir çınar altına kurulmuş kahvede çay içmek ve biraz sohbet edebilmek…

Köy meydanını bulmakta oldukça zorlanıyoruz. Meydan denen yer o kadar küçük ki; karşılıklı konuşlanmış iki kahvenin ortasında kalmış genişçe bu alanın köyün meydanı olduğunu öğrenince biraz hayal kırıklığı yaşıyoruz.

Kahveye oturup, yan masadaki hararetli sohbete kulak misafiri olurken, kendimizi sohbetin içinde buluveriyoruz.

Diğer yanımızdaki masada oturan yaşlı amcaya köyün geçmişini sorduğumuzda hevesle anlatmaya başlıyor.

Köyün kuruluşu ile ilgili bazı rivayetler var…

Kimine göre buraya ilk gelen on aile daha önceleri Kuşadası’nda yaşıyormuş. Çok çalışkan olan bu aileler güçlenince yönetim için tehdit oluşturmaya başlamışlar ve Kuşadası’ndan atılmışlar. Onlar da kendilerine yeni bir yer kurmak için buraya gelmişler ve genişlemişler.

Kimine göre burası bir yörük köyü. Balkanlar’dan gelen yörükler önceleri geçici olarak burada kalırlarken, topraktan evlerini yaparak, yerleşik düzene geçivermişler.

Dölten ve Gulfal isimli eski yerleşim yerlerinde çıkan veba salgını sonucunda buraya göç olduğu ise söylenceler arasında.

Önceleri hayvancılık ile uğraşırken, tarıma yönelerek üzüm yetiştirmeye başlamışlar. Buranın en ünlü üzümü “Osmancık” ve “Kadın parmağı” üzümleri…

Bir yandan iç piyasaya üzüm verirken, köyde şarapçılık da gelişmeye başlamış. Köyün etrafında şarap atölyeleri kurulmuş.

Yol kenarındaki bağlarda gördüğümüz Kadın parmağı üzümünün diğerlerine göre daha az tatlı olması nedeniyle şeker hastaları tarafından tercih edilen üzüm olduğunu da köy kahvesindeki sohbetimizde öğreniyoruz.

Son derece medeni, son derece aydın ve tertemiz bir köy burası.

Köye gelen yol gibi, köyün iç yolları da o kadar düzgün ki; bunu nasıl başardıklarını soruyoruz. “Elbirliği ile” diyor eski muhtar. Yokuşlu yolda karşılaştığımız yaşlı amca ise kısaca “Zamanın hükmü” diyor tebessüm ederek. “Eskiden bu yolları görecektiniz. Topraktı. Yürümek imkansızdı. Şimdi ise her şey çok kolaylaştı” diyerek yoluna devam ediyor. “Zamanın hükmü” ne güzel bir söz diyorum içimden…

İnişli çıkışlı daracık yolların arasındaki, tertemiz bahçeli evlerin kapı önleri ise sohbetin en koyulaştığı yerler. Bir kenarda çocuklar güle oynaya oynarken, rengarenk elbiseler giymiş, allı pullu yemeniler takmış kadınlar da çay, kahve eşliğinde sohbetlerine devam ediyorlar.

Köy sokaklarının fotoğrafını çekerken, kendilerinin de fotoğrafını çektiğimizi zanneden kadınlardan biri arkamızdan gelip, “Sizden rica etsek, fotoğrafımızı çektiyseniz, internette yayınlamayın. Bu bizim günlük halimiz. Bırakın özel hayatımız bize kalsın” diyor. Biz de saygı duyarak, zaten onları değil, köyün yollarını ve evlerini çektiğimizi söyleyerek onları rahatlatıyor ve yolumuza devam ediyoruz.

Köyün Kabala yöresi denilen yerinde bulunan Tepetarla höyüğünün MÖ 3000 yılına ait malzemeleriyle Pygale ve Kadıkalesi ile birlikte Kuşadası’nın en erken yerleşimlerden olduğu söyleniyor.

Köy bahçıvanlığı denilen mevkideki mezar taşlarının okunması ile de 15. Yüzyıl’da köyde yerleşmenin olduğu anlaşılmış.

Köyün kuzeyinde bulunan, şimdi zeytin bahçelerinin yer aldığı Gümüş Dağı’nın 19. Yüzyıl ortalarında maden işletmeciliği ile önem kazandığı da bir başka bilgi.

Gümüş Dağı’nda 1845 yılında bulunan zımpara taşı yatakları, uzun süre İzmir’de faaliyet gösteren İngiliz şirketi tarafından işletilmiş,  Batı Anadolu’nun en önemli maden yatağı olmuş.

Köyün bulunduğu yer o kadar merkezi ki; Efes’e 13, Meryem Ana’ya 16 Kuşadası’na 13, Şirince’ye ise 20 kilometre.

Bir gün belki siz de gitmek istersiniz. Ne dersiniz?