Leylekler mi gelmiş?

Leylekler Selçuk’la o kadar bütünleşmişlerdi ki onların olmadığı bir yaz düşünmek imkânsızdı. Sanki insanlar gibi konuşuyor gibiydiler…
Şöyle anlatıyorlardı hikâyelerini;
Yüzyılın başından beri bu topraklara geliriz. Büyüklerimizin anlattıklarını da dinleyerek büyüdüğümüz için sanki daha önceki dönemleri de gibiyiz.
Biz baharın ve yazın gelişini müjdelemek için geldiğimizde Selçuk halkı da bizi coşkuyla karşılar.
Selçuk’ta çiftleşiriz, bebeklerimiz burada doğar. Onları yörenin en güzel besinleriyle besleyerek, büyütürüz. Uçmayı öğretir, zorlu yolculuk için hazırlarız…
Yaz boyunca bize alışan ve ev sahipliği yapan Selçuklular göç vakti yaklaşınca hem biz gidiyoruz diye hem de yaz bitiyor diye çok üzülürler. Yani kısaca buraya neşe katarız yaz boyunca. Şehre ayak basan herkesin ilk dikkatini çeken su kemerleri üzerindeki yuvalarımızdır. Yerli ve yabancı turistler arasında fotoğrafımızı çekmeyen neredeyse yoktur. Hatta bizi havada görenler o yıl çok gezeceklerine inanırlar…
Çoluk çocuk herkesle arkadaş olduğumuz için bir sonraki yıl yine gelip gelmeyeceğimizi merak ederler. Neden gelmeyelim ki? Bize o kadar güzel ev sahipliği yapıyorlar ki; geldiğimizde yuvalarımızı bile hazır buluyoruz. Çalı çırpı toplamakla uğraşmıyor, hemen yerleşiyoruz. Zaten delta (Küçük Menderes) da beslenmemiz için son derece elverişli. Kurbağa, yılan, sıçan, salyangoz gibi hayvanlar bol…
Küçük Menderes’in dağlardan, tepelerden inerken, sürükleyip getirdiği alüvyonlar ile oluşturduğu ova çok zengin bir sulak alan. Zeytinköy’deki Gebekirse Gölü ilave edilen kanallarla Küçük Menderes’e, oradan da Ege Denizi’ne bağlanmış bir tatlı su gölü. Gölün muhteşem bir güzelliği var. Adeta saklı bir cennet, sazan ve tatlı su balıklarının bol olduğu doğal bir göl. Mesire yeri olarak Selçuk halkının dinlenebileceği ve bisikletli kayıklarla su sporlarını, tatlı su olta balıkçılığını yapabileceği bir yer…
Gebekirse’nin kuzeyindeki tepenin arkasında kenarları sazlıklar ve ılgın ağaçları ile çevrili Çakal Gölü ve Cevaşir bataklığı uzanıyor. Elaman, Akgöl bataklıkları ise denize daha yakın bir noktada. Nehre paralel karayolundan Barutçu köyüne doğru ilerlerken, yolda nar ve narenciye bahçeleri ile pamuk tarlaları var.
Göllerde pek çok değişik türde balık yaşıyor. Burası 1984 yılında önce “Yaban Hayatı Koruma Sahası” ilan edildi. 1991’de de deltanın tümüne SİT alanı statüsü verildi.
Bazı yıllar gitmemize yakın “Selçuk’un ekolojik zenginliğini tanıtmak ve küresel iklim değişikliğine dikkat çekmek” için bir de festival (Leylek ve Doğal Yaşam Festivali) düzenliyorlar. Artemis Kutsal Alanı’nda açılış yapılıyor; sonra dağcılar ve yürüyüş grupları ile halk Artemis Kutsal Yolu’nda yürüyüş yaparak festivali açıyorlar. Ardından çeşit çeşit eğlenceler düzenleniyor. Biz de çok eğleniyoruz elbette. Gagalarımızı birbirine vurarak, kanatlarımızı çırparak eşlik ediyoruz. Yavrular da yeni uçmayı öğrendikleri için küçük uçuşlarla eğlenceye katılıyorlar. Son yıllarda bir de ayaklarımıza bilezik takmaya başladılar. Sanıyorum seneye yine gelip gelmeyeceğimizi merak ediyorlar. Bileziklerin üzerine değişik harfler yazıyorlar. Diğer şehirler ve diğer ülkelerle de haberleşip burada doğanların bir sonraki yıl nereye gittiğini buluyorlar.
Selçuk’ta baharda doğan pek çok çocuk ise onları bizim getirdiğimize inanıyor. Çünkü “Ben nasıl dünyaya geldim?” diye soran çocuklara nasıl ürediklerini anlatma konusunda zorluk çeken anne babalar “Seni leylek getirdi.” diye yanıt veriyor. Biz de hiç bozuntuya vermiyoruz. “Biz getirmedik” demiyoruz ama aramızda konuşurken de gülüyoruz. Olsun küçükken öyle bilsinler, nasıl olsa büyüyünce gerçeği öğreniyorlar.
Aslında yaşam tarzımız insanlarınkine çok benziyor. Ömrümüz insan ömrüne yakın, tek eşli yaşarız, onlar gibi biz de yavrularımızı uzun süre itinayla besleriz. Gençlerimiz de yaşlanmış anne babaları ile insanlar gibi ilgilenirler ve ölene kadar bakarlar. Çok eski zamanlarda insanoğlu bizim bu tür özverili yaşam tarzımızdan etkilenerek, küçüklerin yaşlıları gözetmeleri konusundaki yasalara “leyleklerin yasası” bile demişler. Ne mutlu bize ki insanlara bu konuda ilham vermişiz.
Bizim ses tellerimiz yeterince gelişmediğinden eşlerimizi bulmak için gagalarımızı tıkırdatır, kanatlarımızı açıp kaparız. Bu nedenle “Leyleğin ömrü laklakla geçer” derler. Oysaki “laklak” bizim bir sevgi sözcüğümüzdür. Eski Yunan’da bile bizim ismimizin “Doğadaki güçlü sevecenlik” anlamında bir deyim olarak kullanıldığını herkes bilir.
Dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi Selçuklular da bizim geldiğimiz yere uğur getirdiğimize inanıyorlar. Bu nedenle Selçuk’a gelmemiz ve rahat edebilmemiz için güzel imkanlar sağlıyorlar…
Bu yıl da Selçuk’ta güzel günlerimiz olacak. Çok eğleneceğiz. Bundan eminim…
Ben bu yıl yavrulara uçmayı öğretirken, biraz da Selçuk ve çevresini tanıtmak istiyorum. Ne olur ne olmaz önümüzdeki yıl buralara yalnız gelmek zorunda kalabilirler.