Yeryüzü Cennetlerinden – Gölyazı

“Efsaneye göre çok uzun yıllar önce Marmara denizinin güneyinde bulunan Odryes Çayı Bandırma’dan denize dökülürmüş. Çayın bulunduğu yerde Melde Krallığı, bu gün Uluabat gölünün bulunduğu yerde ise Apollonia Krallığı varmış. Melde Kralı Apollonia Kralı‘nın kızını oğluna istemiş. Ancak prenses bu evliliğe razı değilmiş. Apollonia Kralı da, kızını Melde Krallığından gelebilecek kötülüklere karşı korumak için bir tepe üzerine saray yaptırarak, saklamış. Bu duruma çok kızan Melde Kralı intikam almak için Odryes Çayı’nın yolunu değiştirerek, Apollonia kentine doğru akmasını sağlamış. Apollonia toprakları sular altında kalırken, prensesin bulunduğu sarayın çevresi sularla çevrili bir ada olarak kalmış. İşte bu günkü Uluabat gölü böyle oluşmuş.”

Uluabat gölünün kıyısında… Eski adı Apolyont, bugün ise Gölyazı…

Bursa’nın Nilüfer ilçesinde, hala yeterince bilinmeyen bir yeryüzü cenneti…

Efsanede bahsedilen ada (Halilbey Adası) ve ona küçük bir taş köprü ile bağlanan bir yarımadadan oluşuyor.
Burası aynı zamanda Manyas gölündeki göçmen kuşların yavrulama dönemlerinde, balığın bol olduğu Uluabat gölüne gelmesiyle bir kuş cennetine dönüşüyor. Doğal kuş cennetinin yanı sıra burada tavus kuşu, sülün, ördek, taklacı güvercini yetiştirilen bir de çiftlik var.
Köyde her yıl “Leylek Şenlikleri” yapılıyor. Ayrıca gölün balıkları geçmişten bu güne de buranın çok önemli bir geçim kaynağı.

Köye girer girmez ilk olarak, Anadolu Rum Ortodoks kiliselerinin en önemli ve özgün örneklerinden biri olan Aziz Panteleimon (Hagias Georgias) Kilisesi çıkıyor karşımıza.
Mübadeleye kadar ibadet mekanı olan kilise, bu tarihten sonra çeşitli amaçlarla kullanılmış. Ancak yılların ve yangınların etkisiyle günümüze ciddi hasarlarla ulaşabilmiş. Yakın zamanda aslına uygun olarak restorasyonu tamamlanmış olan kilise, çeşitli kültür ve sanat etkinliklerine ev sahipliği yapmak üzere, kültür evi olarak 2014 yılında hizmete açılmış. Kilisenin yanındaki Gölyazı evi ise kilise ile bütünlük oluşturuyor.
Kiliseyi ziyaretimizin ardından, kilisenin hemen yakınındaki “Gönül Sofrasında” yediğimiz turna balığının tadına doyum olmuyor. Balık yemeyenler için yolumuzun üstünde de pek çok gözlemeci var.

Yemek sonrası fotoğraf çekmek için göl kenarında doğru inerken, evlerinin önünde oturmuş, balık ağlarını açmaya çalışan geli kayınvalide ile sohbetimiz koyulaşınca, ben de kendilerine yardım ediyorum. “Köyde kadınlar da erkekler gibi balıkçılık yapıyor.” diyor gelin. Biraz işlerden şikayet ediyor. “Gün boyu çalışıyoruz.” derken bile neşeli. Ayrılırken bir daha geldiğimizde kalmak istediğimizi, tavsiye edebilecekleri bir pansiyon olup olmadığını sorarken, “Pansiyona gerek yok, bizde kalırsınız, bir evimiz boş” derlerken, “İşte benim ülkemin güler yüzlü, sıcakkanlı ve misafirperver insanı…” diye düşünmeden edemiyorum.

Gölyazı’nın sembollerinden, 750 yıllık, anıt ağaç,“Ağlayan Çınar”, Halilbey Adası’na bağlanan köprünün hemen sol tarafında. Çınar’ın bir de efsanesi var.
Benim gibi efsanelere meraklısı bir insanın karşısın, bir günde, bu küçücük köyde iki efsane çıkması ise büyük şans…

“Gölyazı, yüzyıllar boyunca Türkler ile Rumların birlikte yaşadığı bir Rum köyü imiş. Ancak Kurtuluş Savaşı sonrasında yaşanan mübadele ile buradaki Rumlar Selanik’e gitmek zorunda kalınca, birbirlerine aşık olan Mehmet ile Eleni ayrılmak zorunda kalmışlar. Mehmet ayrılık gününde sevgilisinin peşinden giderken, Eleni’nin abisi “Biz artık düşmanız gelme” demiş. Mehmet dinlemeyerek, ısrar edince de onu hançer ile yaralamış. Mehmet son bir gücüyle, Eleni ile her zaman gizlice buluştukları çınar ağacının altına gitmiş. Eleni de çınara gelip, Mehmet’in öldüğünü görünce, kendini öldürmüş. O günden sonra çınar da iki sevgilinin kaderine ağlamış durmuş…”

Ağlayan Çınar’dan sonraki durağımız ise Halilbey Adası. Taş köprüden geçip, eski Rum evleri ile eskiden adayı çevreleyen, günümüzde sadece üç duvarı ayakta kalabilmiş, iç ve dış kale surların kalıntılarını görüyoruz. Caminin etrafındaki çınarın altında kahvede oturup, kahvemizi yudumlarken izlediğimiz göl manzarasının tadına doyum olmuyor.

Yarımadanın karaya bağlandığı yerin tam karşısındaki tepenin eteklerinde, bir zamanlar tiyatro ve odeon olduğu sanılan kalıntılar da var. Kentin Apollon Tapınağı, Gölyazı’nın batısındaki Kız adasında.

Günümüzde Gölyazı’nın tamamı birinci derece sit alanı. 2006 yılından beri de Tarihi Kentler Birliği üyesi.
Halilbey adasında biraz daha ilerleyince balık pazarı çıkıyor karşımıza. Turnalar, sazanlar ve yayın balıkları yeni tutulmuş, taze taze…

Göl kenarındaki rengarenk tekneler köyün görünümünü o kadar renklendiriyor ki; sanki bir su perisinin boynundaki renkli doğal taşlardan yapılmış bir gerdanlık gibi…

Aslında bu kadar çok sözden sonra, burası için kısaca “Sakinlik, dinginlik ve huzuru hissedebileceğiniz – Bir yeryüzü cennetidir…-” demek pek çok şeyi anlatmaya yeter de artar bile…Ancak siz yine de beni dinlemeyin, bir gidip görün, buna kendiniz karar verin derim…