Musa ile Ali kardeşler kendilerine yeni bir yerleşim yeri ararken, İzmir – Aydın yolu üzerinde, Ortaklar ile Germencik arasında, ekilebilecek verimli toprakları olan bir yer bularak bir köy kurmuşlar. Daha sonra gelenler, kardeşlerin adından esinlenerek, buraya “Musaali” adını vermişler. Bir süre sonra köye Rum aileler de yerleşmeye başlayınca adı “Mursalli” olarak değiştirilmiş. Rumlar’ın yerleşmesi köyün…

Önceleri Helvacı denilirmiş oralara… Sonra Cumalı, daha sonra ise Burgaz… Bir dönem Burgaz dendiğine göre içinde kale ya da kemer gibi yapılar olsa gerek diye düşünüyorum… Ancak gezerken kalıntılarını göremiyorum. Belki de daha gün yüzüne çıkarılmamıştır diye düşünüyorum. Şimdilerde ise buranın adı Gökçealan… Bu şirin Ege köyünde bir akşamüstü, köy kahvesinde çay içerken yaptığımız sohbetin…

Güller, şövalyeler, tanrılar, ceylanlar, kelebekler adası… Rodos… Tarih boyunca pek çok isim ile anılmış… Efsaneye göre, diğer on iki tanrıyı da yanına alarak Olympos Dağı’na yerleşen Zeus, Güneş Tanrısı Helios’un kendisine kırıldığını öğrenince, gönlünü almak için, denizin altındaki bir kara parçasını çıkarıp ona armağan etmiş. Helios, ceylanların, güllerin ve kelebeklerin olduğu bu adayı öylesine sevmiş,…

“Çok uzun yıllar önce, köyün birinde, bir adamın güzelliği dillere destan, uzun sarı saçlı bir kızı varmış. Adı da bu yüzden Sarıkız imiş. Yöredeki köylerdeki pek çok genç bu kıza aşıkmış. İsteyeni çok olmuş. Ancak hiç birini kabul etmemiş. Karşılık alamayan kötü niyetli kişiler, Sarıkız hakkında çirkin söylentiler yaymışlar. Zavallı Sarıkız ve babası insan içine…

Efsaneye göre, Naga isimli ejder bir kral tarafından yönetilen, sularla kaplı bir ülke varmış. Kralın güzelliği dillere destan bir de kızı. Kaudinya isimli asil bir Hindu, bir gün teknesiyle dolaşırken, prensesi görmüş ve aşık olmuş. Hemen evlenme teklif etmiş. Prenses, evlenme teklifini kabul edince, kral da, ülkeyi kaplayan bütün suyu içerek, ortaya çıkan toprakları kızına…

Adı söylendiğinde akla gelen ilk kelime: Savaş… Yüzyılın en kanlı ve uzun savaşlarından birinin yaşandığı yer… Bizim “Vietnam Savaşı”, onlarınsa “Amerika Savaşı” dediği savaşta, ABD güçlerine karşı gösterdiği unutulmaz direniş ile dünyada sesini duyuran, büyüleyici doğal güzellikleri, rengarenk sokakları, zengin kültürü, tarihi ve yaşadıkları acılara rağmen hala yüzleri gülebilen zarif ve nazik insanları ile Vietnam……

Bir varmış bir yokmuş… Yüzyılın başlarında Amerika’da varlıklı bir ailede dünyaya gelen bir kız çocuğu varmış. Yaşamı oldukça refah içinde sürmesine rağmen, gönlünde yatan oyuncu olma isteği her şeyin önüne geçiyormuş. Ailesinin tüm karşı çıkmalarına karşın gizlice fotomodel olmuş. Son derece fotojenik bir yüze sahip olduğundan, kısa zamanda Hollywood’un dikkatini çekerek, film yıldızı olma yolunda…

Bir subay ailesinin uzun yıllar aynı şehirde kalma olasılığının çok düşük olmasına rağmen, babamın evlenmeden önce mecburi görevlerinin pek çoğunu tamamlamış olması nedeniyle, iki yıl annem ve ablam ile dil eğitimi için gittikleri Amerika dışında, İstanbul’a tayinimizin çıktığı haberiyle eve geldiği güne kadar ailemiz hiç şehir değiştirmemişti. O gün bir süreliğine İzmir’den ayrı kalacağımız haberi…

Ölümsüz olmak nedir sizce? Sonsuza dek yaşamak mı? Ayrıca bunu kaç kişi ister? Ancak adınızın bir şehir ile birlikte anılmasına ne dersiniz? Onun adı söylendiğinde sizin, sizinki söylendiğinde ise onun akla gelmesi kulağa ne hoş geliyor değil mi? Barcelona ve Gaudi… Bu iki isim o kadar özdeşleşmiş ki, Gaudi’siz bir Barcelona’yı düşünebilmek çok zor. Ünlü…

Öğlen yemeğinin ardından bahçede sallanan koltuğuma oturmuş, şekerleme yapmak üzereydim ki, teyzemin “Çocuklarrrr salepleriniz soğuyor.” diyen sesini duyar gibi oldum. Gözlerimi sıkıca kapadım… Çocukken mahallede oynarken gürültü yaptığımızda “Hadi gidin, sizi Hacı Halillerin bahçesi paklar.” diyenler haklıydılar elbette… Teyzemlerin bahçemize bitişik bahçesi çok büyüktü. Gün boyunca çocuk sesleri eksilmez, her zaman oynayacak bir çocuk mutlaka…

Yıllar önce “Dünya’nın dibi” Lut gölüne girerken, bir gün de “Dünya’nın çatısı”nı görebileceğimi hayal bile etmemiştim. Kimilerinin “Dünya’nın ana tanrıçası”, kimilerinin “Gökyüzünün alnı” da dediği Himalaya Sıradağları’nın en yüksek tepesi “Everest”i görmek yaşamımdaki deneyimlerin baş sıralarına yerleşti. Sabah gün doğmadan uyandık. Hızlıca giyinip, otelin bahçesinde bekleyen aracımıza binerek yola çıktık. Havaalanına geldiğimizde uçağımız hazırdı. Havaalanı…

Bir zamanlar Katmandu vadisinin bulunduğu yerde bir göl, üstünde ise içinden gözalıci bir ışık saçarak açan bir lotus çiçeği varmış. Din adamları ve bilgeler mucize ışığa tapınmak için adı “Kendiliğinden olan” anlamına gelen “Swayambhu”ya gelirlermiş. Bir gün ışığı rüyasında gören Budha da Swayambhu’ya gelmiş ve ışıktan çok etkilenmiş. Gölün suyu kurursa ibadet için buraya daha…

“Burası Nepal… Anlatmak çok zor, ancak yaşanırsa anlaşılır.” dediler. Kısa bir duraksamadan sonra “Ben anlatabilirim, hatta yaşatabilirim” dedim. Bu sefer de “Çok iddialısın” dediler. Anlayacağınız üzerime ağır bir yük aldım. Şimdi ise bilgisayarın başında “Nasıl anlatacağım?” diye kara kara düşünüyorum. Öyle bir anlatmalıyım ki en küçük ayrıntıyı atlamamalı, gördüklerimi, hissettiklerimi, yaşadıklarımı, tattıklarımı görmüş, hissetmiş, yaşamış…

“Biliyor musun tam oturduğun yerde yıllar önce dünyanın en büyük tiyatrolarından biri varmış. İnsanlar bir yandan sahnedeki oyunu seyrederken bir yandan da sahnenin arkasındaki o güzel kıyıyı hayal ederlermiş.” diyen ses ile irkildim. O sırada, Ziynet teyzelerin bahçe duvarından bacaklarımı sallandırmış, körfezin masmavi sularının ötesine, dağ ile denizin birleştiği, uzun eteğin kenarına dikilmiş danteli andıran…

“Gülistan” denilirmiş buralara… Dağlarla çevrili halkanın ortasındaki geniş ovanın güneyindeki güzel şehrim tarih boyunca emniyet içinde, düşman istilası görmeden, huzur içinde, kat kat yeşil uzun eteklerini yaya yaya hayranlarına göz kırpıp durmuş. En lezzetli elma ile kirazın ve en nadide güllerin yetiştiği buralarda doğup büyüyen kızlarda elbette hep güzel olmuş.” diyerek bakışlarını bana çevirdiğinde annemin…