“Kuzulukları biraz açar mısın, temiz hava almak istiyorum” dedi. Hastane odasındaydık. Babam uzun zamandan beri ilk kez konuşuyordu. Kendini evinde sanmıştı. Pencereyi açtım. “Şimdi de bana ispencin çekmecesinden sigaramı getiriver kızım” dedi. Telaşlandım. Odadan sofaya çıkarmışçasına doktorun odasına gittim. “Sigara istiyor” dedim, “Verin” dedi. Yapılacak fazla bir şey kalmamıştı. İçimdeki acı dayanılmazdı. Yapmam gereken tek…

Annem, “Karşıyaka’da…” diye söze başlayıp, derin bir nefes aldı ve devam etti. “Zişan teyzen, halasının torunu Güner’i pek övdü. Necibe ile görmeye gitsek diyorum. Ne dersin?” Ağabeyimin bu defa itiraz etmemesinin şaşkınlığı ve sevinciyle neredeyse daha kızı görmeden evlilik hazırlıklarına başlayacaktık. Randevu almaları için Zişan teyzemleri aradık. Haber çabuk geldi. Çarşamba günü öğleden sonra bekliyorlardı.…

Çocukluğumda, “Öldürülen çocuklarının ardından günlerce gözyaşı döken Niobe’ye acıyan tanrıların, acılarına son vermek için onu kaya haline getirdiğini, o günden itibaren göz çukurunu andıran girintilerinden sızan suyun aslında Niobe’nin gözyaşlarını temsil ettiğini, Manisa’nın sarı üzümlerinin ise bu gözyaşlarıyla sulanan bağlarda yetiştiğini.” annemden defalarca dinlemiştim. Efsaneyi ağabeyimle bana anlatırken isimlerinin benzerliği gibi Niobe’nin kaderine benzer bir…

Mehtapla denizin öpüşünce Geceyi süslerler gizlice Meltemler eserler sevinçle Gecenin cennetisin sen Urlam Dağların çiçeklerle örtülü Şalvarını giymiş kızlar gibi Sende doğar büyür sevgiler Ege’nin cennetisin sen Urlam Altın sarısıdır üzümlerin Yeşil gözler gibi zeytinlerin Doğanın tacıdır tütünlerin İzmir’in cennetisin sen Urlam Melek yüzlü gülen insanlar Sevgisiyle sana koşarlar Balıkçılar ağlarını atarlar Denizin cennetisin sen…

Seni düşünürken Bir çakıl taşı ısınır içimde Bir kuş gelir yüreğimin ucuna konar Bir gelincik açılır ansızın Bir gelincik sinsi sinsi kanar Seni düşünürken Bir erik ağacı tepeden tırnağa donanır Deliler gibi dönmeğe başlar Döndükçe yumak yumak çözülür Çözüldükçe ufalır küçülür Çekirdeği henüz süt bağlamış Masmavi bir erik kesilir ağzımda Dokundukça yanar dudaklarım Seni düşünürken…

Kleopatra’nın güzelleşmek, Homeros’un nişanlanmak için geldiği, ıhlamur ve çınar ağacının aynı gövdede yetiştiği, ölümün yasaklandığı, en lezzetli köftelerin yapıldığı, en güzel zeybeklerin oynandığı, kermeslerin cenneti, kağıdın, yazının ve daha nice güzelliklerin diyarı bu şehre sevdalıyım ben. Ama ayırdılar bizi… Yüz yılar boyu yerin altında, yalnızlığa mahkum ettiler. Çok sıkıldım. Bir istiridye kabuğu var ellerimin arasında,…

Hani bazen güneş sürpriz yapar da her yerde kara kış hüküm sürerken aydınlık yüzünü bir günlüğüne gösterip içinizi ısıtır, canlanıp kendinizi yollara vurursunuz. İşte böyle bir günde sabahın erken saatlerinde çıkıyoruz yola. Arabada sıcacık poğaçalarımızı yerken bir yandan da güzergahımızı çiziyoruz. İlk durağımız Didim Apollon Tapınağı. Defalarca görmeme rağmen bir kez daha görmek fikri heyecan…

Aralık ayının son pazar günü Aydın’ın Işıklı köyünde deve güreşleri düzenlenmiş. O gün sağanak yağmur beklenmesine karşın hem fotoğraf çekmek, hem de ilginç bir kültür ile tanışmak üzere sabahın erken saatinde çıkıyoruz yola. Yolculuk boyunca yağan yağmur nedeniyle güreşlerin ertelenmiş olabileceğini düşünmemize karşın köye ulaştığımızda yağmur diniyor. Hatta bir süre sonra hava günlük güneşlik oluyor.…

Bu yıl Kurban Bayramı öncesinde “İki arada bir derede kaldım” desem yeridir. Bir yanda ailem ile bayramlaşma arzum, diğer yanda gezgin ruhumun dürtüklemesi, bir de gerdan tatlısı yapma sözüm son günlere kadar kararsız kalmama neden oldu. Ama sonunda formülü buldum. Tatili ikiye böldüm. Bayramın birinci günü ailem ile bayramlaştıktan sonra “Tatlıyı da bayram sonrasında yaparız”…

Uzun bir Kurban Bayramı tatili var önümüzde. Turizmciler çoktan kampanya duyurularına başladılar. Özellikle çalışanlar için bayramlar bir yerlere gitmek ve dinlenmek için iyi bir fırsat. Büyüklere el öpmeye gitmek ya da misafir karşılamak oldukça zor geliyor artık. Bizler eski bayramların tadını çok iyi bilsek de yoğun çalışma yaşamlarımız nedeniyle bayramlara hep tatil gözüyle bakar olduk.…

Halamların oturduğu Rum evinin neredeyse salon büyüklüğündeki yatak odasına parmaklarımın ucuna basarak girer girmez sanki onu bana emanet etmek için bekliyorlarmış gibi birden herkes dışarı çıkmış, bebekle yalnız kalmıştım. Bu durum bana “Artık bir abla oldum” duygusunu verse de ona biraz daha yakından bakmak için yatağın yanına geldiğimde, etine bir şey batmış gibi ağlamaya başlayan…

Bodrum ile tanışıklığımız Gümbet’te çadırda kamp yapılan dönemlerde başlıyor. Az sayıda bungalow da bulunan Dolphin Kamping’de kaldığımız zaman boyunca sabah gözümüzü açar açmaz denize girer, mayomuzu gün boyu üzerimizden çıkarmadan günü geçirirdik. “İşte budur” diye düşündüğüm tatiller belleğimde öyle hoş tatlar bırakmış ki, bazen “Keşke Bodrum’da sürekli yaşayabilsem” diye düşündüğüm olmuştur. Sonraki yıllarda içimdeki gezgin…

Aylık raporları değerlendirmek üzere odasına gittiğimde hınzırca bir gülümseme ile Selluka nedir bilir misin? diye sordu. Biliyorum dediğimde biraz daha gülümseyerek Söyle bakalım neymiş? dedi. Çok güzel kokan bir çiçektir diye yanıtladığımda gülümsemesi şaşkınlığa döndü. Alsancak ta bir kasabın adını söyleyeceğini sanıyordum derken haksız da sayılmazdı. Bu soruya İzmir de yaşayan pek çok kişi o…

O kadar çok şey söylenmiş ki onun için… Ama en yakışanı da bu olmuş… Çünkü oralarda rivayeti olmayana bile rivayet yazılırmış… Ben Mezopotamya! Asya’nın nazlı kızı… Kışın bahara dönmeye başladığı bir akşam vakti çıkıyoruz yola. Yolumuz biraz uzun, biraz sessiz, biraz da gizemli… İzmir’den İstanbul’a, ardından Diyarbakır’a, oradan da bir saatlik yolcuğun sonunda Mardin’e varıyoruz.…