Yazar:

Öğlen yemeğinin ardından bahçede sallanan koltuğuma oturmuş, şekerleme yapmak üzereydim ki, teyzemin “Çocuklarrrr salepleriniz soğuyor.” diyen sesini duyar gibi oldum. Gözlerimi sıkıca kapadım… Çocukken mahallede oynarken gürültü yaptığımızda “Hadi gidin, sizi Hacı Halillerin bahçesi paklar.” diyenler haklıydılar elbette… Teyzemlerin bahçemize bitişik bahçesi çok büyüktü. Gün boyunca çocuk sesleri eksilmez, her zaman oynayacak bir çocuk mutlaka…

Yıllar önce “Dünya’nın dibi” Lut gölüne girerken, bir gün de “Dünya’nın çatısı”nı görebileceğimi hayal bile etmemiştim. Kimilerinin “Dünya’nın ana tanrıçası”, kimilerinin “Gökyüzünün alnı” da dediği Himalaya Sıradağları’nın en yüksek tepesi “Everest”i görmek yaşamımdaki deneyimlerin baş sıralarına yerleşti. Sabah gün doğmadan uyandık. Hızlıca giyinip, otelin bahçesinde bekleyen aracımıza binerek yola çıktık. Havaalanına geldiğimizde uçağımız hazırdı. Havaalanı…

Bir zamanlar Katmandu vadisinin bulunduğu yerde bir göl, üstünde ise içinden gözalıci bir ışık saçarak açan bir lotus çiçeği varmış. Din adamları ve bilgeler mucize ışığa tapınmak için adı “Kendiliğinden olan” anlamına gelen “Swayambhu”ya gelirlermiş. Bir gün ışığı rüyasında gören Budha da Swayambhu’ya gelmiş ve ışıktan çok etkilenmiş. Gölün suyu kurursa ibadet için buraya daha…

“Burası Nepal… Anlatmak çok zor, ancak yaşanırsa anlaşılır.” dediler. Kısa bir duraksamadan sonra “Ben anlatabilirim, hatta yaşatabilirim” dedim. Bu sefer de “Çok iddialısın” dediler. Anlayacağınız üzerime ağır bir yük aldım. Şimdi ise bilgisayarın başında “Nasıl anlatacağım?” diye kara kara düşünüyorum. Öyle bir anlatmalıyım ki en küçük ayrıntıyı atlamamalı, gördüklerimi, hissettiklerimi, yaşadıklarımı, tattıklarımı görmüş, hissetmiş, yaşamış…

“Biliyor musun tam oturduğun yerde yıllar önce dünyanın en büyük tiyatrolarından biri varmış. İnsanlar bir yandan sahnedeki oyunu seyrederken bir yandan da sahnenin arkasındaki o güzel kıyıyı hayal ederlermiş.” diyen ses ile irkildim. O sırada, Ziynet teyzelerin bahçe duvarından bacaklarımı sallandırmış, körfezin masmavi sularının ötesine, dağ ile denizin birleştiği, uzun eteğin kenarına dikilmiş danteli andıran…

“Gülistan” denilirmiş buralara… Dağlarla çevrili halkanın ortasındaki geniş ovanın güneyindeki güzel şehrim tarih boyunca emniyet içinde, düşman istilası görmeden, huzur içinde, kat kat yeşil uzun eteklerini yaya yaya hayranlarına göz kırpıp durmuş. En lezzetli elma ile kirazın ve en nadide güllerin yetiştiği buralarda doğup büyüyen kızlarda elbette hep güzel olmuş.” diyerek bakışlarını bana çevirdiğinde annemin…

“Kuzulukları biraz açar mısın, temiz hava almak istiyorum” dedi. Hastane odasındaydık. Babam uzun zamandan beri ilk kez konuşuyordu. Kendini evinde sanmıştı. Pencereyi açtım. “Şimdi de bana ispencin çekmecesinden sigaramı getiriver kızım” dedi. Telaşlandım. Odadan sofaya çıkarmışçasına doktorun odasına gittim. “Sigara istiyor” dedim, “Verin” dedi. Yapılacak fazla bir şey kalmamıştı. İçimdeki acı dayanılmazdı. Yapmam gereken tek…

Annem, “Karşıyaka’da…” diye söze başlayıp, derin bir nefes aldı ve devam etti. “Zişan teyzen, halasının torunu Güner’i pek övdü. Necibe ile görmeye gitsek diyorum. Ne dersin?” Ağabeyimin bu defa itiraz etmemesinin şaşkınlığı ve sevinciyle neredeyse daha kızı görmeden evlilik hazırlıklarına başlayacaktık. Randevu almaları için Zişan teyzemleri aradık. Haber çabuk geldi. Çarşamba günü öğleden sonra bekliyorlardı.…

Çocukluğumda, “Öldürülen çocuklarının ardından günlerce gözyaşı döken Niobe’ye acıyan tanrıların, acılarına son vermek için onu kaya haline getirdiğini, o günden itibaren göz çukurunu andıran girintilerinden sızan suyun aslında Niobe’nin gözyaşlarını temsil ettiğini, Manisa’nın sarı üzümlerinin ise bu gözyaşlarıyla sulanan bağlarda yetiştiğini.” annemden defalarca dinlemiştim. Efsaneyi ağabeyimle bana anlatırken isimlerinin benzerliği gibi Niobe’nin kaderine benzer bir…

Mehtapla denizin öpüşünce Geceyi süslerler gizlice Meltemler eserler sevinçle Gecenin cennetisin sen Urlam Dağların çiçeklerle örtülü Şalvarını giymiş kızlar gibi Sende doğar büyür sevgiler Ege’nin cennetisin sen Urlam Altın sarısıdır üzümlerin Yeşil gözler gibi zeytinlerin Doğanın tacıdır tütünlerin İzmir’in cennetisin sen Urlam Melek yüzlü gülen insanlar Sevgisiyle sana koşarlar Balıkçılar ağlarını atarlar Denizin cennetisin sen…

Seni düşünürken Bir çakıl taşı ısınır içimde Bir kuş gelir yüreğimin ucuna konar Bir gelincik açılır ansızın Bir gelincik sinsi sinsi kanar Seni düşünürken Bir erik ağacı tepeden tırnağa donanır Deliler gibi dönmeğe başlar Döndükçe yumak yumak çözülür Çözüldükçe ufalır küçülür Çekirdeği henüz süt bağlamış Masmavi bir erik kesilir ağzımda Dokundukça yanar dudaklarım Seni düşünürken…

Kleopatra’nın güzelleşmek, Homeros’un nişanlanmak için geldiği, ıhlamur ve çınar ağacının aynı gövdede yetiştiği, ölümün yasaklandığı, en lezzetli köftelerin yapıldığı, en güzel zeybeklerin oynandığı, kermeslerin cenneti, kağıdın, yazının ve daha nice güzelliklerin diyarı bu şehre sevdalıyım ben. Ama ayırdılar bizi… Yüz yılar boyu yerin altında, yalnızlığa mahkum ettiler. Çok sıkıldım. Bir istiridye kabuğu var ellerimin arasında,…

Hani bazen güneş sürpriz yapar da her yerde kara kış hüküm sürerken aydınlık yüzünü bir günlüğüne gösterip içinizi ısıtır, canlanıp kendinizi yollara vurursunuz. İşte böyle bir günde sabahın erken saatlerinde çıkıyoruz yola. Arabada sıcacık poğaçalarımızı yerken bir yandan da güzergahımızı çiziyoruz. İlk durağımız Didim Apollon Tapınağı. Defalarca görmeme rağmen bir kez daha görmek fikri heyecan…

Aralık ayının son pazar günü Aydın’ın Işıklı köyünde deve güreşleri düzenlenmiş. O gün sağanak yağmur beklenmesine karşın hem fotoğraf çekmek, hem de ilginç bir kültür ile tanışmak üzere sabahın erken saatinde çıkıyoruz yola. Yolculuk boyunca yağan yağmur nedeniyle güreşlerin ertelenmiş olabileceğini düşünmemize karşın köye ulaştığımızda yağmur diniyor. Hatta bir süre sonra hava günlük güneşlik oluyor.…

Bu yıl Kurban Bayramı öncesinde “İki arada bir derede kaldım” desem yeridir. Bir yanda ailem ile bayramlaşma arzum, diğer yanda gezgin ruhumun dürtüklemesi, bir de gerdan tatlısı yapma sözüm son günlere kadar kararsız kalmama neden oldu. Ama sonunda formülü buldum. Tatili ikiye böldüm. Bayramın birinci günü ailem ile bayramlaştıktan sonra “Tatlıyı da bayram sonrasında yaparız”…